Siyahlara yargılısın. Pantolonun
karanlığa bulanmış. Şişmiş kunduraların
sokağın soluk aydınlığında beliren
gece mantarları. O çarpık silindir şapka,
o kara güneş, ışık saçmadan, tepeden bunlara bakıyor.
Böylece, yas içinde bir cumhuriyetin
gece yurttaşı olarak çıkıyorsun kuşkulu bakışlarımızın
karşısına, onlar da seni inccleyip şöyle düşünüyorlar:
İşte o karalar içindeki adam, dul, avutulamayan
kuzgun, hiçbir zaman, çok eski bir dünyaya
çok geç ulaşan.
Ay da gelip yerleşiyor yüzüne.
Ölümün kireciyle, bembeyaz.
Ne mezarlar getiriyor insanın aklına,
ne ürpertici bitki sapları denizin altında,
sonra aynalar ve bir zorbanın kestiği zambaklar,
ve una bulanmış yüzler. O siyah bıyık
birden yarım kalmış bir uyarı gibi duruyor yüzünde.
Kısa, kalın, abanoz renginde, ay manzaralı beyaz yüz,
sanki bir çarşaftan kesilmiş, duvarda bir çizgi,
çocukluk defteri, bir görüntü bile değil,
oysa gözler derin, ağız çok uzak bir yerden geliyor,
tek başına, bilgili, yavaşça gelip
gülümsüyor, bir gündoğumu, herkese.