15. yüzyılın ortalarında İtalya ve İspanya'nın birçok şehrinde ve Orta ve Doğu Avrupa'nın bazı şehirlerinde büyük Yahudi toplulukları bulunuyordu. Avrupa'nın bazı kısımlarında Yahudilerin toprak sahibi olmasına izin verilmiyordu; bu nedenle de Yahudiler hayatlarını genellikle şehirlerde kazanıyor ve sonradan hukuken gettolar olarak tanımlanan mahallelerde yaşıyorlardı. 13. ve 14. yüzyıllarda yükselen bir Yahudi düşmanlığı dalgası nedeniyle, İngiltere ve (geçici olarak) Fransa da dahil olmak üzere Avrupa'nın bazı ülkelerinden kovulmuşlardı. 15. yüzyılın sonlarına doğru kovmalar tekrar başladı; 1480'lerde Bavyera ve 1492 yılında Kastilya ve Aragon da Yahudileri kovan ülkeler arasına katıldı. 1450 yılında Osmanlılar, Yu-nanistan'ın büyük bir bölümünü ve Balkanlar'ı ellerinde bulundu-ruyorlardı; din, dil ve etnik yapı açısından karışık bir nüfusu yö-netiyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nda Müslümanlar nüfusun yarısından daha azını oluşturuyordu; Yahudiler ve Hıristiyanlar dini ibadetlerini yerine getirmek, çocuklarını eğitmek ve evlilik gibi konularda büyük oranda özgürlerdi. Müslüman olmayanlar hükümete fazladan büyük oranda vergi ödüyorlardı; bu nedenle de din değiştirmek onların avantajınaydı. Ancak, Osmanlı yönetimi hazinesini düşündüğünden bu tür din değiştirmeleri hararetle teşvik etmiyordu.
Ne var ki 1926 yılında idam edilenler çağdaşlaşma yanlılarıydı. Mahkemede Kel Ali'nin Cavit'e karşı kaba davranışını tanımlarken, Falih Rıfkı bunu eski bir gerici İttihatçının, eski bir ilerici İttihatçıya "medeniyette bizden ayrı olmayan kafasına" 55 duyduğu nefretin belirtisi, bir hakaret olduğunu söyleyecekti. Cavit yayınlanmayan anılarında dini inançları olmadığını itiraf ediyordu. O liberal bir agnostikti [bilinemezci] ; Mustafa Kemal ise otoriter bir agnostikti.
Reklam
Cesaretsizliğe boyum eğme duygusuna kapılanların, bu alanda yapılacak hiçbir şeyin zayi olmayacağını ve kargaşa, yanlışlık ve karanlığın sadece görünüşte ve geçici olarak üstün gelebileceğini, kismî ve geçici tüm dengesizliklerin büyük ve bütünsel dengeye katkıda bulunmak zorunda olduğunu, sonuç olarak hakikat'in gücüne karşı hiçbir şeyin üstün gelemeyeceğini düşünmeleri gerekir. Onların şiarları, vaktiyle Batı'nın bazı inisiyatik kuruluşlarının benimsediği şu şiar olmalıdır: Vincit omnia Veritas! (Hak her şeye galiptir!)
Sayfa 203Kitabı okudu
Doğu, modern düşünce yüzünden geçici ve yüzeysel bir bunalıma mı düşecek; yoksa Batı, kendisi düşerken tüm insanlığı da beraberinde mı sürükleyecek?
Sayfa 175Kitabı okudu
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
3 Haziran 1925'te hükümet Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kapattı. Kapatma kararı, Ankara ve Doğu İstiklal Mahkemelerinin, parti programındaki "dini inançlara saygı" ilkesinin, gerici isyanlara yol açtığı görüşünü alıntılıyordu. İstanbul' daki sol kanat işçi örgütleri de kapatıldı. Hiç kimse onları dini ayaklanmalara ya da Kürt aşiretlerinin "gerici"lerine yakınlık duymakla suçlayamazdı,66 ama ne de olsa iktidar için potansiyel bir tehdit oluşturuyorlardı. Aralarında Ahmet Emin (Yalman) ve Velit Ebüzziya'nın da bulunduğu önde gelen dokuz gazeteci tutuklanıp yargılanmak üzere Diyarbakır'a gönderildi. İstiklal Mahkemesi gazetecileri hükümete karşı 'haksız ve gereksiz' suçlamalar yaparak Şeyh Sait isyanı için uygun ortam hazırlamakla suçladı. Gazetecilerin davranışlardan dolayı pişman olduklarını belirtmeleri ve Cumhurbaşkanından af dilemeleri söylendi. Kendilerinden istendiği gibi davrandılar. Mustafa Kemal yasal nedenler varolduğu halde, onları kişisel olarak suçlamayacağını bildirip, mahkemenin 'müsamaha' göstermesini istedi. Serbest kalan gazeteciler derslerini almış olarak İstanbul'a döndüler. Basının hükümeti eleştirmesi son buldu.
Şeyh Sait ayaklanması...
Albay Halit Cibran'ın tutuklanmasından sonra çevresindeki çemberin daralmasından korkan Şeyh Sait, aşiret ve tarikat liderlerini toplantıya çağırdı ve 1925 Nisanında isyan bayrağının açılması kararı alındı. Ancak daha önce sorunlar çıktı. Şeyh Sait'in kardeşini ziyaret ettiği Diyarbakır'ın kuzeyindeki Piran köyüne, askerden fırar edenleri yakalamak için gönderilen jandarma müfrezesine 11 Şubatta yerel halk saldırdı. 33 Dicle ve Fırat (bu yörede Murat suyu olarak bilinir) nehirlerini ayıran dağlık bölgede neredeyse hiç ordu birliği bulunmuyordu. Olayların patlak verdiği yöreye gönderilen zayıf müfrezeler dağları aşmayı başaramadılar. İsyan genişleyince Şeyh Sait kendini Emirülmücahidin ( Kutsal Savaşçıların Komutanı) ilan etti ve Tanrı tanımayan hükümetin karşı geldiği İslam'ın kutsal kanunlarını yeniden yürürlüğe koyacağım açıkladı. 1909 yılında askerler Jöntürklere karşı ayaklandığında ve İstiklal Savaşı sırasında milliyetçilere karşı ayaklanmalar kışkırtıldığında, Türkiye'nin milliyetçi liderleri hep bu çağrıyı duymuşlardı. Hiçbiri "gerici başkaldırının' bir kez daha ortaya çıktığından ve kesinlikle bastırılması gerektiğinden kuşku duymadı.
Reklam
1.000 öğeden 251 ile 260 arasındakiler gösteriliyor.