Tarih, büyük ölçüde kurgudur. Zweig'ın yeni bitirdiğim kitabının bir bölümü, "Bizans'ın Düşüşü"ne ayrılmıştı. Aynı olaya farklı isimler vermemiz bile her şeyi özetlemiyor mu? Ancak ben bununla yetinmeyerek Zweig'ın anlatimindan manidar bir örnek vereceğim. "Konstantinopolis'te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim" diyen Lukas Notaras'ı, bilmeyenimiz çok çok azdır lakin Rumeli Hisarı yapılırken yıkılıp taşlarından faydalanilan kiliseyi veya şehir ele geçirildikten sonra Padişah II. Mehmet'in emri ve izniyle askerler tarafından 3 gün boyunca kıymetli tüm eşyalar dahil ve kadın, çocuk demeden her insanın yağma edilmesini bilenimiz oldukça azdır. Ama Fatih Sultan Mehmed'in Ayasofya'da korkan ahaliye meşhur söylevini yine bilmeyenimiz yoktur. Şimdi, eğer tarih kitaplarımızı baz alarak klasik bir Fatih Sultan Mehmed filmi çekerseniz, herkes sizi takdir eder, bilhassa yaşadığı muamma Ulubatlı Hasan'ın burçlara bayrağı diktiği an, 80 milyonun gözleri yaşlı, elinde oklavalarla "Allah Allah" nidalari attığını hayal edebiliriz rahatlıkla. Hatta halkımız malum, dramı sevdiği için dramı artirmak için tarihte olup olmadığına bakmadan kurguya bir de, Bizans imparatorunun savaş öncesi bir camiiyi kilise yaptığını eklediniz mi tadindan yenmez. Ve hatta bu yüzden, elinde oklavalarla Tofaş'ına atlayan bey babalar ve yiğit gençler bu kilise haline getirilmiş camiileri aramaya çıkabilir öfkeyle.
Öte taraftan, bir romancı veya kurgucu, yıkılan veya yikilmaya yüz tutmuş ve dönemin kanunları gereği onarilmasi yasak olan kiliselerden veya camii haline getirilmiş kiliselerden mağdur olan kesim gözüyle bir roman ortaya çıkarırsa vay onun başına geleceklere! Hele hele 3 günlük yoğun yağma eylemini de detaylıca anlattı mı, memlekette ne kadar oklavali yiğit varsa soluğu klavyelerinin başında alarak klavye üstüne klavye bozarlar. Ama ben yine, tarih kitaplarimiza bakacak olursak eğer "milli kahramanimiz" sayılabilecek Lukas Notaras'a gelmek istiyorum. Onun bu eylemini bize ne kadar büyük, ozverili, adil bir davranış olarak gösterirler. Ancak bir Batılı olan Zweig açısından Notaras, iki kilisenin ve de düşmana karşı birlik olmak üzere olan Avrupanın bu birlik beraberliğini bozan bağnaz, tutucu biridir. Şimdi kolaylıkla Zweig'ın tarihi çarpıttığını, sacmaladigini iddia edebilirsiniz ancak sadece iddia edebilir ve bundan öteye gidemezsiniz. Her ne kadar tarihi gerçekler olarak gördüğünüz şeyleri "mutlak gerçekler" olarak kabul ediyor olsanız da, bu çoğunlukla öyle değildir. Nerede ve ne zaman doğduğunuzla ve kim olduğunuzla yakından alakalidir çünkü bu gerçekler. Ve kim olduğunuz da yine birçok açıdan nerede ve ne zaman doğdunuzla yakinen ilişkilidir.
Tarihle ilgili sorularının bulunduğu paragrafin hoşuma gittiği için ben de bu konuda kısa bir şeyler yazmak istedim Semih, incelemen çok güzel olmuş, kalemine sağlık. :)
Sonra, birkaç gündür bilhassa Twitter'da insanlar "Orhan Pamuk'u yakalim mi keselim mi yiyelim mi vs" gibi farklı metotlar üzerinde tartışıyorlar. Vay Atatürk'e hakaret edilmiş, dalga geçilmiş. Ben kitabı henüz okumadım ama bu iddialara dayanak olarak sunulan kısımları okudum. Bir kere bir romanın salt bir kesitini alıp bir sonuca varmak bence baştan mantıksız olsa da yine de salt bu kesitlere baktığım vakit ben hakaret falan görmedim. Dalga geçiliyor mu geçilmiyor mu ben ilgili kısımlardan (iddia edenlerin verdiği kısımlar bunlar sadece) iddia edenlerin ayaklandigi gibi bir durum sezmedim.
Bunlara ek olarak, Atilla İlhan'ın zamanında Orhan Pamuk hakkındaki bir yazısına denk geldim. Soner Yalçın görse komplo teorisyenliginden emekliligini isterdi bu yazıdan sonra, üstada saygıdan. İnsanlar çok kolay büyük iddialarda bulunuyorlar ama altlarini doldurmaya gelince bunu, çok kolay galeyana gelen oklavalilara birakiyorlar. Başka zaman Kadir Mısıroglu vb isimlerden ve bunları destekleyen kesimden kanıt, belge vb isteyenler, iddia eden taraf kendi adamları olunca hemen kanıt, belge vb aramaz oluyorlar.
Tarihi dizi, roman demişken buradan bir örnek vereyim; Yakın zamana kadar Kanal D'de, Kurtuluş Savaşı sürecini anlatan bir dizi vardı. Dizide herkes vardı neredeyse ama bir Mustafa Kemal Paşa yoktu. Arada sırada ondan bir telgraf, mektup vs veya onun bir fotoğrafı ortaya çıkarılıyor ve gözler yaşlanıyordu. Kimse de bu dizide neden Mustafa Kemal Paşa karakteri canlandırılmıyor diye sormuyordu. Bence bu durum, az önce mevzu bahis ettiğim kesimin nasıl da eleştirdikleri kesime benzediklerinin bir işaretidir. Bu noktada aklıma Falih Rıfkı'nin "Babanız Atatürk" adlı kitabı geliyor ama okumadım kitabı, sadece yazarin bu ismi neden verdiğini gördüm bir alintida. Ben bu ismi hoş bulmuyorum ve bir başka işaret olarak buraya koyuyorum.
Son olarak, "Atatürk de eleştirilebilir tabii ki," sesleri de duyabiliyorum lakin herkes de biliyor ki, birisi Atatürk'ü eleştirince kendim de dahil, annemize babamiza sövülüyormuş gibi tepki veriyoruz ve mantıklı düşünemiyoruz; bu övünülecek bir şey değil ayrıca. En azından ben bu durumdan kurtulmaya gayret ediyorum. Nerede ve ne zaman doğduğuma karar veremiyorum ama en azından kim olduğumun yönünü elimden geldiğince ben belirlemeye çalışıyorum. Durum bu iken Atatürk'ün masumane bir mizah konusu yapmak bu ülkede oklavaları yemeye meydan vermek anlamına geliyor. Bunun övünülecek bir şey olup olmadığına da siz karar verin.