Adı Huzur, tüm karakterleri huzursuz bir roman. Dört ana karakter vardır kitapta. Onların üzerinden de dört bölümle aktarılır olaylar.
İhsan doğuyla batı arasındaki sıkışmışlığın huzursuzluğunda. Mümtaz yaşamın ve aşkın..Suad
Friedrich Nietzsche ’nin temsilcisidir, iyinin ve kötünün ötesindeki insanı arar. O yeni insanın huzursuzluğunda..Nuran 1930’lu yıllarda kadın olmanın...Bir yandan geleneksel seslere kulak kesilip, bir yandan kadının sahip olduğu yeni çehreye şevkle bakan biri.
Karakterlerin gerçekçiliği, derinliği ve kalitesi konusunda en iyi değerlendirmeyi
Fethi Naci yapar. Der ki ; "Tanpınar'ın romanlarına sıradan insanlar ancak kayık kürekçisi gibi görevlerle girer". Herbiri tarihin, müziğin, estetiğin, felsefenin, tabiatın ekmeğini yemiş, yalnız bıraksanız tek başına roman olacak karakterlerdir.
Oyuncu kadrosunda yardımcı oyuncu yer almayan Oscar’lık, yavaş akan bir zamanın filmi Huzur. Öyle yavaş akar ki, okurken ayaklarınız karıncalanır. Belki tam bundan sebep, vakti zamanında Deniz Baykal bu kitabı Obama’ya hediye etmiştir :)). Ama tahminimce Baykal bu kitabın sonunu okumamıştır. İşbu Tanpınar akıcı anlatım yeteneğini nefesini tutar gibi tutar, tutar, kitabın sonunda salıverir. O ne mükemmel sondur öyle.
——
Huzur romanından bahsedip de müzikten bahsetmemek mümkün değil. İçinde İstanbul’un seslerinin olduğu bir şarkı çalar fonda. Ki zaten romanın akışı da, bir müziğin akışı gibidir. Cümleler nasıl böyle ahenkle ve zerafetle ardarda gelebilir dedirtir insana. Kelimeler ‘akşamın bahçesinden sarkmış’ gibidir. Elinizi uzatıp tutmak istersiniz, Tanpınar araya girer, düşsün varsın, “hepimizi birden gece toplayacak.”
Huzur romanının yapısıyla bir senfoninin yapısı arasında paralellik olduğunu savunanlar da vardır.
Berna Moran , kitaptaki dört bölümün bir senfonideki bölümlerin işlevini yüklendiğini, kesinlik gütmemekle birlikte, birinci bölümün sıkıntılı, ikinci bölümün neşeli, üçüncü bölümün melankolik, dördüncü bölümün çok sıkıntılı olduğunu söyler.
Huzuru bir müzikal roman olarak okuma konusunda başka bir bakış açısı da
Zeynep Bayramoğlu ’ndan gelir. O Tanpınar’ın Huzur’u Beteethoven’in 9. senfonisi formunda bestelediğini söyler. Ve kitapta da sözü çokça geçen yine Beethoven’in opus 132 la minör yaylı sazlar kuartet’i ile kardeşliğini de ilan eder. Bu bana göre müzikal bir değerlendirme olmaktan çok yapısal bir değerlendirmedir. Ama bir kitap düşünün ki, okuduktan sonra bir senfoniden alınan hazzı versin. Tüm tartışmalar bir yana direk taşı budur.
——
Huzur’da üç farklı zaman vardır. Birincisi romanı dışarıdan saran şimdiki zamandır. 24 saatte geçer. Okuyanlar kuşkusuz daha iyi karşılaştırabilirler, ki Tanpınar’ın bu formu uygularken
Ulysses ’inden etkilendiğini söyleyenler vardır. Romanın ikinci ve üçüncü bölümündeki geçmiş zaman, geriye dönüşlerle yapılan anlatım, Tanpınar’ın kendine üstat seçtiği
Marcel Proust ‘la geçmiş zamanın izini sürmesine yorulur. Romandaki karakterlerin yaşamlarını saran üçüncü bir zaman daha vardır, ki o da karakterlerin kendi olma süreçlerini hazırlar. Nitekim Tanpınar Nietzche’nin varisi Suat’a "herkes kendi zamanının şuuruyla doğar" dedirtir.
Gelelim Huzur romanının içinde hayat bulduğu gerçek zamana. Kurgu 2.Dünya Savaşı’nın başlayacağı gün başlar. Zamanda ileriye, bazen geriye gidilerek zamanın tüm politik fikirleri, tarihin yarattığı bilinç, İstanbul’un şehir hayatı, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişin sancıları, toplumun haleti ruhiyesi anlatılır. Bu sırada boğazdaki eski lüfer avlarından, bugün esamesi okunmayan korulardan, İstanbul ormanlarından bahseder. Emirgan’da, Beykoz’da, Çengelköy’de çay demleyip içirir okura, kahvehanelerde oturup cızırtılı radyolardan savaş patladı patlayacak haberlerini dinlersiniz. Öyle gerçekçi tasvir edilir ki her şey, Mümtaz kolunuza uzanıp sen ne düşünüyorsun, ‘Fransa savaşabilecek mi’ diye soracak sanırsınız.
Savaşın İstanbul’daki yansımalarına ayna tutan başka bir konu da tabi ki Cumhuriyet’in gelişidir. Nuran karakteri üzerinden verilen aşık olunan kadın anlatımının okuru sıkmaya başladığı yerlerde kadının toplumdaki değişimiyle ilgili unsurlar imdada yetişir. Cumhuriyetin getirdikleri ya da kimilerine göre götürdükleri arasında belki de en önemli unsur kadının sahip olduğu haklar ve sosyal anlamdaki değişimdir. Eşinden yeni boşanmış İstanbul kızı Nuran’ın ikilemleri, kendini koyduğu kuyudan yukarıya bakarken gördüklerini okuruz. Tanpınar onu kuyudan çıkarır, erkeklerle eşit haklara sahip biri gibi konumlandırır. Her ne kadar bu sadece ve hala bir GİBİ’yse de, Nuran, her şeye rağmen kimseden tekzip almadan yaşar aşkını.
——
Nuran ve Mümtaz’ın aşkları üzerinden bu kitaba aşk romanı demek haksızlık olur. Kuşkusuz anlatımda bu aşk eksen alınır. Ama bence okurken asıl tadına doyum olmayan yerler İstanbul ve dönemin Türkiye’sinin ultrasonunun çekildiği bölümlerdir. Romanın başında henüz başlamamış olan savaş, bir dekor olarak arka fonda durur. Perdeler aralanıp bırakılır. Bu imge Nuran’ın gidişi, Suad’ın ölümü ve Mümtaz’ın deliliğiyle birlikte kitabın sonuna kadar kullanılır. Ve sonunda radyodan bir anons yayılır: “harp başladı” Karakterlerin harbi biter, dünyanın harbi başlar. Birbirine bağlı, birbirinden başka bir sürü meseleyi öyle güzel bağlar ki Tanpınar, daha önce bu kadar çok katmanlı az kitap okumuşum dedirtir.
Kitabı uzun, yavaş akan, sıkıcı kelimeleriyle anlatan çok fazla insan var. Bu
Ahmet Hamdi Tanpınar ’ın okunmasını ne kadar çok erteliyor kimbilir. Buna cevaben kitabın sonsözündeki şu anlatımı referans vermek isterim: “Dünyada koşarak hiçbir şey görülmez. Düşünmek için durmak lazımdır....Tanpınarı onun istediği gibi, dura dura, içlerine sindire sindire okuyanlar, onu sevecekler,..kendilerini ebediyete götüren esrarlı ışıklarla dolu bir yolda bulacaklardır.”
Ben esrarlı ışıkları göremedim, ama öyle çok sevdim ki. Durun ve okuyun derim.
Dura dura, sindire sindire okumalar..
Emeğinize sağlık Emel Hanım. Layığıyla, nitelikli bir değerlendirme olmuş, eseri yeniden okuma hevesi nakşettiniz şahsıma...
Nacizane bir öneri olarak, hemen devamında Suat'ın Mektubu 'nu okumanızı öneririm. Okuyun ki Huzur' un huzuru tamamlansın.