Gönderi

Gizem bir yorumu yanıtladı.
Lügat
Mükâşefe (ﻣﻜﺎﺷﻔﻪ) i. (Ar. keşf “perdeyi kaldırmak, âşikâr kılmak”tan mukāşefe) 1. Meydana çıkarma, açık, görünür, bilinir duruma getirme, âşikâr etme: Bildirdi bir nigehle dile gamze kasdını / Ne keşfe ne mükâşefe-i râza başladı (Nef’î). 2. tasavvuf. Akıl ve duygular yoluyle erişilmesi mümkün olmayan maddî, mânevî ve ilâhî bilgileri kalp gözüyle keşfetme, bilme: Râhib eyitti: Ey aziz, bu mükâşefe sana kandan hâsıl oldu? (Fuzûlî). Kul cemal vasfı ile mükâşefe hâline erdirildi mi sekr hâsıl olur, ruh neşelenir, kalp aşk hislerine garkolur (Kuşeyrî Risâlesi Terc.).
·
4.860 görüntüleme
Gizem okurunun profil resmi
Öne Çıkan Yorum
(ﺧﻮﺵ ﺁﻣﺪﻯ) i. (Fars. ḫōş ve āmedі “geliş” ile ḫōş-āmedі) Hoş geldine gitme. ѻ Hoşâmedîye gitmek: Bir kimseye “hoş geldin” demek için nezâket ziyâreti yapmak.
Gizem okurunun profil resmi
Bu kuşlar şehrin teşrifat ekibi miydi? Her geleni onlar mı karşılıyorlardı? Yoksa burada kimsesi olmayan benim gibilere mahsus teselli hediyesi miydi bu hoşâmedî?
Kalbim Kudüs’te Kaldı
Kalbim Kudüs’te Kaldı
. s 452
Gizem okurunun profil resmi
مصیب Musîb İsâbetli, yanılmayan, doğru. * Resul-i Ekremin (A.S.M.) isimlerinden birisi.
Gizem okurunun profil resmi
(ﻧﻔﺎﺳﺖ) i. (Ar. nefāset) Güzel, nefis, çok beğenilir nitelikte olma: Hayrân-ı nefâsetindir elvâh (Muallim Nâci). '...cevherin nefasetini bilmenin, ücreti karşılığında onu almaya in sanı teşvik ettiğini tembih etmiştir.'
İmam Gazali
İmam Gazali
Gizem okurunun profil resmi
(ﻋﻜﺲ ﺍﻟﻌﻤﻞ) i. (Ar. ‘aks “tersine çevirme”, harf-i târif el- ve ‘amel “iş” ile ‘aksü’l-‘amel) Karşı hareket, aksi tesir, tepki, reaksiyon: Kalem sâhipleri arasında cârî olan alafranga temâyüle bir aksülamel teşkil etmek üzere… (Ahmet Hâşim). Kapatılmasının herhangi bir aksülamel doğuracağını zannetmiyorum dedim (Ahmet H. Tanpınar). Oh, size bu yağmurlu günlerin bende yaptığı aksülameli nasıl anlatmalı! (Ahmet H. Tanpınar).
Gizem okurunun profil resmi
(ﺧﻼﺹ) i. (Ar. ḫalāṣ) Kurtulma, kurtuluş: Nihâyet piyanoyu bir çâre-i halâs olmak üzere kabul etti (Mehmet Rauf). Yol vermese de zaman halâsa / Etmem taleb aman hulâsa… (Abdülhak Hâmit) Halâsımızı bu insânî, mert harekete borçlu idik (Refik H. Karay). ѻ Halâs bulmak (olmak): Kurtulmak: Ger azâb-ı âhiretten bulmak istersen halâs / Ârif ol ki cehl odundan kopısar cümle azâb (Niyâzî-i Mısrî). Aç gözün Nemçe kıralı Gāzi Sultan’dır varan / Ser halâs olmaz elinden bir aç arslandır varan (Âşık Ömer). Bizi burada zincirde bırakıp da kendin halâs olmağa mı çalışıyorsun? Mümkün değil (Ahmed Midhat Efendi). . Şakaklarına ak düşmüş bu dünkü çapkın, artık yeni aşkından halâs bulamaz ömrünün sonuna kadar (Refik H. Karay). Halâs etmek (eylemek): Kurtarmak: Halâs etti seni dünyâ gamından aldı can nakdin / Harâmî çeşmine yârin helâl et Zâtîyâ kanın (Zâtî). Halâs eyledim güç belâ cânımı / Edip pâre pâre girîbânımı (İzzet Molla)
Gizem okurunun profil resmi
Bâd-ı sabâ: Serin ve tatlı esen bahar rüzgârı: Bâd-ı sabâ selâm eyle o yâre/ Pek göresim geldi illerimizi / Gönül arzu çeker amma ne çare/ N'ideyim tutan var yollarımızı (Karacaoğlan - Ö.T.S.). Bâd-ı sabâ efendime gidersen/ O güneş yüzlüye var selâm eyle (Gevheri). Ricâm budur senden ey bâd-ı sabâ/Emrah geldi diye bir haber eyle (Erzurumlu Emrah -Ō.T.S.).
Gizem okurunun profil resmi
(ﺍﺳﺘﻬﻼﻙ) İstihlâk i. (Ar. helāk’ten istihlāk) Kullanmak sûretiyle tüketme, sarfetme, tüketim İstanbul’da imparatorluk dâhilindeki halk istihlâk ile paranın kısm-ı âzamının açıktan hârice akıtıyordu (Yahyâ Kemal).
Gizem okurunun profil resmi
(ﺍﻧﺠﺬﺍﺏ) i. (Ar. ceẕb “çekmek”ten inciẕāb) 1. Bir şeyin câzibesine tutulup ona doğru çekilme, câzibesi sebebiyle ona doğru meyletme, cezbolunma: İncizâbın görülür nerde bir âfet görsen (Muallim Nâci). Büyük dayısı ve kızları Nerîman’da garp hayâtına karşı incizap uyandırmışlardı (Peyâmi Safâ). 2. astro. Gök cisimlerinin birbirini çekmesi.
Gizem okurunun profil resmi
(ﺍﻣﻜﺎﻥ) i. (Ar. mekānet’ten imkān) 1. Olabilecek durumda bulunma, mümkün olma, olabilirlik, olanak: Hatta tecrübe ile imkân dâhilinde olmadığı ehline mâlûm olmuştu (Kâtip Çelebi’den Seç.). Yaşanılan bozkır ikliminin sertliği buna imkân bırakmıyordu (Nihad S. Banarlı). 2. Faydalanılabilecek, kullanılabilecek uygun şart: İmkân bulmaya çalışmak lâzım gelir (Nâmık Kemal). Prof. Egli, bu tecrübeleri ilk defa modern malzemenin imkânlarıyle birleştirmeye muvaffak olmuştu (Ahmet H. Tanpınar). Mühendishâneler, sanat kursları, tıbbiye, mülkiye gibi sivil ve askerî tâlim ve tedris müesseseleri kurarak genç istîdatlara imkânlar sağlıyordu (Sâmiha Ayverdi). 3. fels. ve din. Varlığı veya yokluğu zarûrî olmama, var olması veya yok olması câiz olma: “Bu varlık imkân âlemidir.” ѻ İmkân dâhilinde: Olması mümkün, olabilir. İmkân (İmkânı) yok: Olması mümkün değil, olamaz: İngiliz dostumun vaziyetimi anlamamasına imkân yoktu (Safiye Erol). O iklîme erişmeye imkân yok (Ali M. Arolat). Fakat bir mayanın, bir hoyratın değişmesine imkân yoktur (Ahmet H. Tanpınar).
90 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.