Bu inceleme yer yer SPOILER içerebilir arkadaşlar. Bilginiz olsun...
Bir gün Fransız Şair Louis Aragon kuyuya bir taş atmış ve demiş ki; 'Cemile, dünyanın en güzel aşk hikayesidir.' O taş şimdilik kuyunun dibinde kalsın bir süre... O esnada ben size kısaca başka bir hikayeden bahsedeyim...
Ben askerliğimi 2007 yılında kısa dönem olarak yaptım. Bölüğümde benim gibi kısa dönem askerlerle, henüz 19-20 yaşlarındaki uzun dönem askerler aynı koğuşu paylaşıyorduk. Başta bu iki grup pek birbirine ısınamasa da askerliğin doğal ortamında zamanla buzlar eridi, abi-kardeş gibi olduk.
Bu kardeşlerimizin hepsi gözü pek, dayanıklı, kolay kolay yılmayan çocuklardı. Genç yaşlarına rağmen aralarında evli olan hatta çocuk sahibi olanlar vardı. Diğerlerinin de memlekette mutlaka bir sevgilisi olurdu. Gece olunca ve tüm işler bitince kendi köşelerine çekilirler, gizledikleri telefonları ortaya çıkarıp saatlerce sevdikleriyle konuşurlardı. Onların gün içinde aldığı tek nefes işte bu telefon konuşmalarıydı.
Her türlü ağır işin, zorluğun altından kalkabilen çocukların hayata dair tek bir korkuları vardı; onlar askerdeyken sevgililerinin onları terk edeceği korkusu... Bakın bu konuda inanın bana en ufak bir mübalağa yapmıyorum. Alın savaşa götürün koşa koşa gelirler. Sabahtan akşama kadar yerden izmarit toplarlar, moloz taşırlar, duvar örerler, kilometrelerce koşarlar, sürünürler ama bana mısın demezler. Hassas oldukları, zayıf düştükleri tek konu budur!
Nöbetçi olduğum bir gece tek tek koğuşları geziyordum. En son kendi koğuşuma geldi sıra. İçeri girdiğimde bir yatağın baş ucunda toplanmış bir kalabalık gördüm. Başta kavga çıktı sandım. Hızlıca kalabalığa doğru ilerledim ve kendime yol açtım. Gördüğüm manzara şuydu: yatağın ortasında bir asker hüngür hüngür ağlıyor. Yüzü gözü dağılmış, gözler kıpkırmızı... Meğerse arkadaşları da onu teselli etmeye gelmişler yanına... Olayın nedenini sordum, sevgilisi bunu terk etmiş; daha kötüsü başka biriyle birlikteymiş. Çok uzatmamak için olayın detaylarına girmiyorum. Daha sonradan kendisiyle uzun uzun konuştum... Eğer bunu yapmasaydım ciddi ciddi firar etme planları yapıyordu. Sonra yavaş yavaş toparladı ama ben ve diğer arkadaşlarım terhis olduğumuz güne kadar neredeyse başından ayrılmadık çocuğun...
-------------------------
Gelin şimdi Aragon'un taş attığı kuyuya geri dönelim biz...
'Dünyanın en güzel aşk hikayesi'ni okumak için girdiğim bu kuyuda beni nedense Cemile ve Danyar'ın aşkı değil de, vatan mücadelesi için cephedeyken eşi tarafından aldatılan Sadık karşıladı... Çok romantik, duygusal bir adam değildi Sadık; hatta geleneklerine fazla bağlı ve biraz da kaba denilebilecek bir yapısı vardı. Her ne kadar yaşadığı bölgenin mektup geleneğine bağlı kalmak adına, yazdığı mektuplarda karısı Cemile'den çok söz edemese de yine de seviyordu onu. Çünkü birbirlerini severek evlenmişlerdi. En azından bana böyle söyledi Sadık ve şunu ilave etti sözlerine;
Siz o kitapta o ikisinin büyük ve çok derin aşkını okudunuz ama şu işe bak; her ne olursa olsun, SADIK kalan sadece ben oldum...
------------------------
İşte böyle bir kitap Cemile... Kimine göre dünyanın en büyük aşk hikayesi, bana göreyse dramatik bir aldatma öyküsü... YASAK AŞK dedikleri bir şey var... Ben nedense bu yasak aşkların aşk tarafıyla değil de yasak tarafıyla ilgilenirim. Bu benim tercihimdir, benim dünyaya bakışımdır belki de. Kimine göre dar bir bakış olarak gözükebilir. Çünkü o aşkı anlatan öyle güzel cümleler, öyle tatlı türküler var ki, aşkın büyüsüne kapılıp gitmemek, o aşka kayıtsız kalmamak elde değil... Bütün bozkır bu büyük aşkın karşısında saygıyla eğiliyor, mor dağlar göz yaşı döküyor, yılkı atlar daha bir şevkle koşuyor...
Eğer Seyit'in tuvaline resmettiği bu güzel tablo her şeyi görmezden gelmeye yetiyorsa kimseye lafım olmaz elbet... Ama o insanlar olur da birgün Sadık'ın düştüğü duruma düşerlerse, aynı güzellikte bir resim çizmelerini de beklerim peşinen...
-------------------------
Büyük usta Cengiz Aytmatov'un çıraklık eserlerinden biri diyebiliriz Cemile için. Kronolojik olarak da böyle zaten... Diğer kitaplarını okuyanlar aradaki farkları kendileri de rahatlıkla keşfedebilirler. Biraz kısa biraz da yarım bırakılmış gibi geldi bana... Kitabın başında tek tek karakterleri tanıyoruz. Anne karakterine özellikle geniş yer verilmiş. Ancak sonra bu karakterler bir anda kaybolup gidiyor. Üç kişi kalıyor geriye. Aytmatov burada hızlıca aşk öyküsüne geçiş yapmak istemiş olabilir. Ancak ilk bölüm biraz daha uzun tutulabilirdi.
En son bölüm de bana göre aceleye gelmiş. Danyar ve Cemile arasındaki aşkı biraz daha meşru kılmak için alelacele Sadık karakteri tek bir paragrafta sarhoş ve karısına değer vermeyen biri olarak gösterilmiş. Oysa biz Beyaz Gemi'deki Orazkul karakterini tanımış ve ondan nefret etmiş okurlar olarak Aytmatov'un karakter yaratmadaki ustalığını çok iyi biliyoruz...
Nihayetinde, bir Aytmatov eserinden daha bu duygularla ayrılıyorum. Aragon'un attığı taşı kuyudan çıkardım çıkarmasına ama o taş açıkçası benim elimi yaktı biraz... Oysa ki ne kadar güzel, rengarenk, ışıl ışıl bir taştı...
Herkese keyifli okumalar dilerim...