Gidemedim bir türlü yanına. Gözlerindeki nefret o kadar keskindi ki kocaman soğuk bir sınır çizmişti etrafına. Ama yorgundu da, merhamete susamış aciz bakışları vardı hem davet eden hem korkan. Bekledim öylece, uzaktan izledim bir süre. Elimdeki hasta listesinde onun da ismi vardı. Tarafıma dirençli bulantı, kusma nedeniyle konsulte edilen genç bayan hastanın yanında 6-7 yaşlarında oğlu da vardı gecenin bu saatinde. Üzerinde ince bir kazak, bu soğukta nedense üşümüyordu da. Diğer hastalar için işlerimi tamamlamaya çalışırken başından şahit olmuştum Zeynep Öğretmen'in acile gelişine.
Sırasıyla giriş yaptırdığı sekretere, acil hemşiresine, doktora derdini anlatmak için harcadığı her bir çabayı izledim uzaktan.
- ‘’Darp raporu için muayene olacaktım..’’ derken o kadar kısıktı ki sesi, sanki utanması gereken O’ymuş gibi.
Bilgisayar başında söylenirken sekreterler;
- ‘Her aklına esen geliyor darp raporu için bu saatte, şimdi uğraş dur adli rapor..vs . Sonra uğraştığımızla kalıyoruz burada, şikayetçi de olmaz çoğu!’’ diye yanındakine sesli sesli dert yanarken bakmadı hastanın gözlerine elbet. Sanki gecenin üçünde darp edilmek, şiddet görmek en büyük hobisiydi de, düşünememişti kimseleri bu bencillikle???
Sonra acil odasına girdi hayalet gibi sessizce, kimseler duymadan fark etmeden işini bir bitirebilse. Hali de mecali de yoktu kimseye derdini anlatmaya, anlamazlardı da.
Şikayetiniz ne diyen dr arkadaşa :
-‘’Eşim beni darp etti..’’dedi usulca..
Yüksek sesle tekrar sordu dr,
-‘’ Bayan şikayetiniz nedir?’’
Sonra tekrar -en büyük şikayetini, ağrısını, derdini, yarasını, isyanını- yüksek sesle tekrarladı Zeynep Öğretmen..
-‘’Birkaç saat önce eşim beni dövdü, darp raporu…’’ demeye kalmadan ;
-‘’Kim darp etti diye sormadım, şikayetin ne??, neren ağrıyor?? diye sordum, burası hastane, mahkeme değil..’’ diye sesini yükselten bayan doktor bir yandan da saatine bakıp söyleniyordu..
-‘’Zaten hep de beni bulur bu hastalar , doldur şimdi adli raporu, hiç işim yok sanki..üff…’’ derken de gözlerine bakmadı elbet hastanın ..
-‘’Geç şuraya .. nerene vurdu aç, göster ..’’derken perdeyi bile çekme ihtiyacı hissetmeden..
''Yaw be mübarek zaten merhamete muhtaç, nezaketsizlik de en büyük zulüm değil mi?? O da yaralamaz mı? Nezaket çok mu çok zor ya??’’ diye sayıklarken ben; kocaman, ama koskocaman sarılasım geldi yüreğine de…
Daha beş dakikalık şahitlikte bu kadar ağırdı yükü, biraz boşaltsaydı keşke her ne varsa içinde… Anlatsaydı, ağlasaydı, nefes alsaydı keşke… Belli ki insanlar yüktü şimdi, ya da tüm güzel duygularını yutan koca karadelikler… Keşke güneş olsalardı, ya da gökkuşağı… Görseydi keşke… Aslında vardı öyleleri de… Şimdi kapkaranlıktı, göremezdi ki????
Dişlerini sıktığı belliydi ağlamamak için, yüzünü çevirdi hızlıca. Omzunu, bacaklarını açtı. Vurduğu yerleri gösterecekti de, doktorun çalan telefonu ile bekledi sonra.
_ ‘’Aşkımmm, Evet deliler gibi yorgunum bitanem.. Ama seni daha çok özledim... Yok beni almana gerek yok … Kaç kere aramışın canım, seni çok seviyorum, bu kadar üstüme düşmesen??..
8’ de beni alabilirisin .. Dışarıda yesek?... Tamam hadi öptüm bitanemmm..’’
Bugün dışarıda soğukta kalan bir hayvan için sosyal medyada bilmem kaç adet duyarlı paylaşım için zamanını feda etmişti dr arkadaşım da, karşısında insanlığa, merhamete, belki de sadece ‘’seni anlıyorum’’diyen samimi bir bakışa muhtaç hemcinsini nasıl göremiyordu bu duyarlılıkla bilemedim ki. Aç bir adamın karşısında kemali lezzetle en ala yemekleri yiyen biri misal.. Şahsi mutluklarımız daha mı bencil yapıyor acaba bizleri? O kadar kör edecek kadar kocaman mutluluklarımız var da … Mutluluk niye bulaşıcı değil ki??
Yanına gitmek için muayenenin bitmesini bekledim sessizce. Yanında oğlu vardı ya, sıkıca tutmuştu ellerinden annesinin, hiç bırakmadı. Onun da gözlerine baktım uzunca, annesine ne kadar da benziyordu. Bal rengi, hafif ıslaktı gözleri ama misketler gibi de soğuk, öylesine sert ama cesur. Annesine yaklaşan herkese nefretle bakıyordu. Daha da sıkıyordu annesinin elini, bu yaşta tebessümün süslemesi gereken yüzünü öfkeyi de yüklenmiş yorgun bakışları, çatık kaşları kaplamıştı. Nefret vardı o gözlerde, sanki annesine her yaklaşacak adama saldıracak bir aslan gibi. Bu soğukta üşümüyordu da, bir ince kazakla apar topar geldiği belliydi. Öfke ya da korku, sıcaktı muhtemel… Büyüme hormonu almalılar diye kendi çocuklarımı ısrarla yatırdığım bu saatte hiç de uykusu yoktu bu koca adamın. Evet, karşımda koca bir adam vardı…. Önce ondan izin alma ihtiyacı hissettim neden bilmem.
Annesi seslenirken adını duymuştum zira, adaletin temsili Ömer’di adı, daha şimdiden yükünü almışçasına...
-‘’Afedersin, müsaade edersen annenle biraz konuşabilir miyim Ömer?’’ dedim yanına eğilerek.
Konuşmadı, onaylar gibi başını salladı sadece. O da konuşmaktan çekiniyordu annesi gibi. Konuşmaktan aciz, sevgi dilini bilmeyen, şiddet diliyle hayatın içine eden, dünya dolusu gerzek varken niye susardı ki?? Gerçi gözleri konuşuyordu da, fazlaydı sanki. Hani derler ya; ‘’Şiddet eğilimi, şiddet olan evlerde yetişen çocuklarda gelişir, şiddeti normal görür, şiddet ehli olur ileride’’ diye. Ama ben bu gözlerde şiddetin beslediği acizlikte merhameti gördüm. Annesine merhameti… Mazluma, haksızlığa uğrayana şefkati… Bilmiyorum çözemedim ben bu denklemi… ??
Adli rapor kağıdına baktım : ‘Ekimoz, kanama yok, fizik muayene normal. Birkaç kızarıklık.. vs, hayati tehlikesi yok’’ yazıyordu acelece yazılmış dr yazısıyla.
Halbuki ekimoz (morluk ) birkaç gün sonra otururdu ki. Karnını muayene ederken gördüm; kolları, bacakları, boynu kızarıktı. Tırnağı kopmuş, saçları çekilmişti. Kaşında kurumuş kan aşağı doğru akmaya çalışmış, belli belirsiz duruyordu. Dudağını ısırmıştı darbeyle muhtemel, dişlerinde kan lekesi vardı.
Ve karşımdaki bir insandı….
Bacakları, elleri titriyordu. Zihni, hayalleri, ruhu, yüreği, cesareti, güveni, saygısı toptan yara almıştı. Evliliğini savaş meydanında yaşayan kadınlardandı Zeynep Öğretmen. Her dakika hesap yapan, gizleyen, kaçan, hesap biriktiren, susan… Öylesine yorgundu işte. Yorgundu da sorularım yarım kaldı. Ne gerekti. Sustu öylece..
Hem sadece darp belirtisi bu mu ki?? Hiç gözlerine bakmadı ki muayenede dedim kendime. O kadar çok şiddet izi vardı ki…
O gözlerde isyan vardı, hasret, korku, utanma, pişmanlık, kocaman nefret hatta ölme isteği....
Yaw o kadar çok şey vardı ki, daha fazla misafir olsam o yüreğe öleceğim sandım da, belki de o yüzden kimse bakmıyordu gözlerine uzunca.
-‘’İstirahat raporu ister misin?’’ dedim. Zira ilkokul öğretmeniydi, hayal edemedim tertemiz öğrencilerine güven duymayı, sevgiyi, paylaşmayı nasıl öğretecekti ki, hayatını paylaştığına bu kadar pişmanken. Yarım kalmış ruhunun hırçınlığıyla, zira yalnızlık ta hesap sorardı ki??
…….
Merhamet güzel şey... Aşk değil, merhamet….Aşktan bnlerce kez evla olan merhamet….Öylesine güzel.. Tedavi edemeyeceği yara var mı ki??..
EY şefkat hem ne güzelsin.. hem de çok ağırsın be…