Gelin size bir hikaye yazayım siz de okuyunca anlayacaksınız ki , gerçek kişiler ve olaylarla ilgisi olmayan hikayelerden biri değil , ''sabah bir postacı çıkıp gelse, kapıyı çalıp gelecek günlerimin özlemini gidermek, yeni günlerin sığlığına derinlik kazandırmak gayesine konservatuvarı kazandınız PİYANO lar sizin parmaklarınızın dokunuşunu bekliyor yazan bir mektup getirse'' hayalleri kuran kanlı – canlı, ufacık bir kız çocuğuna ait bir hikaye bu.
Daha rahmine düştüğü ilk andan itibaren seni hisseden benimseyen, doğduğun anda acısını yorgunluğunu unutup hoş geldin diye hayran hayran bakan. Yemeğini, suyunu , sevgisini eksik etmeyen… ANNE…
Başına bir hal gelmesin diye sarıp sarmalayan sadece sana değil tüm aileye kol kanat geren, geleceğinin en iyisini nasıl sağlamak derdinden geceleri uykularını bir sağa bir sola dönerek yarım yamalak tamamlayan, yaptığın tüm yanlışlara rağmen seninle olmaktan gururlanmaktan vazgeçmeyen.. BABA…
Evet anne baba tarifi en kısa ifadesiyle sanırım tanımlama için yeterli. Neden mi yazıyorum bunları? Otuz yılına yaklaştığım meslek hayatımda bugün ilk defa verilen cezanın bir adama az geldiğini , gözümü kırpmadan o adamı vurabileceğimi hissettim, görevli olduğum duruşma salonunda sanığın yaptığı savunması karşısında…
Olay yerinin, mesleklerin, eğitim durumlarının hatta isimlerin hiçbir önemi yok. 16 yaşında lise öğrencisi, okulundaki rehberlik hocasına iki seneyi geçkin bir süredir babası tarafından tecavüze uğradığını, annesine defalarca bu durumu anlatmasına rağmen annesi tarafından yalancılıkla itham edildiğini, intiharı düşündüğünü , yaşama hevesini KAYBETTİĞİNİ anlatmış. İyi ki gençleri, çocukları kendi evlatları gibi dinleyen duyarlı hocalar var. Allah onların eksikliğini hissettirmesin. Rehberlik hocası bu durumu önce emniyete sonra da milli eğitime rapor hazırlayarak bildirdi.
Çocuk ve gençlerin ifadesini alırken hep kendi çocuklarım gelir gözümün önüne empati yaparım. Rahat rahat konuşabilmeleri için sakince onları beklerim, bir ÇAY söyler, bulunduğumuz yerin önemi yok , düşün ki bir RIHTIM kenarında karşılıklı oturup dertleşiyoruz derim.Mesleğimden önce anneyim. Bilirim hangi dilde anlaşırız rahatlıkla konuşuruz. Kızcağız ifadesini verirken yaşadığı utancın yanında anne ve babası bu durumdan zarar görürse kardeşlerine kimin bakacağı endişesi taşıyordu. Anlatmak o kadar zordu ki onun için en az dinlemenin benim için zor olduğu kadar.
Baba ve anne denilen yaratıklar ise ifade vermek istemediklerini, savcılıkta vereceklerini beyan ederek sustular. O an tüm bir ömür boyu susmalarını, nefes dahi almamalarını diledim.
En nihayet mahkeme salonu, hakim karşısında adam ve karısı.
Hakime hanım soruyor adama; ''doğru mu suçlamalar?''
''Evet hakime hanım''
''Peki nedir savunmanız? ''
''Hakime hanım, düşünün ki bahçenize fidan ekiyorsunuz. Zamanla büyüyor ve ağaç olup meyve veriyor. Ne yaparsınız? Önce meyvenin tadına siz bakar sonra ikram edersiniz değil mi? Benim yaptığım bundan farklı bir durum değil ki…''
Tüm salonda buz gibi bir hava esti, herkes hayretler içerisinde adamı öldürmek istercesine bakındı..
Adamın yüz ifadesi pişmanlık yerine takındığı pişkinlik hali ve sesi ömür boyu gözümün ününden gitmeyecek ve kulaklarımdan silinmeyecek…
Sonucun kararın ne olduğunun çok önemi yok artık. Büyüklerinin yaptığı sapıklığın cezasını aynı çatı altında anne baba sevgisinden mahrum kalarak büyümek zorunda kalacak olan, yetiştirme yurdunda korunma altına alınan mağdurun yanı sıra beş çocuk....
Dilerim ki Allah'tan evladınıza yaptığınız bu sapıklık O' nun katında daha bu dünyadayken cezasız ,
Anne ve baba olmayı hak edenler de evlatsız kalmasın.