Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

270 syf.
6/10 puan verdi
·
15 günde okudu
Sessiz Evin Sakinleri
Not: Bu incelemede Orhan Pamuk’un ‘’Sessiz Ev’’ kitabını dil, anlatım, kurgu, konu olarak dört başlıkta inceleyeceğim. Kitabın içeriğinden bolca örnek vereceğim. Böyle tafsilatlı bir inceleme okunurken kitabın içeriğinden detaylıca bahsedileceği unutulmasın, ona göre okunsun. Yazarın olayları nasıl ele aldığı ve onun yazarlığı da söz konusu kitaba dayanarak açıklanacaktır. Okumadan önce bu yazının ne bir övgü yazısı, ne de bir sövgü yazısı olduğu unutulmasın. Bu yazı sadece ELEŞTİRİ mahiyetindedir. Okuyucuya duyurulur. Bundan daha önce bazı konuşmalarda da bahsettiğim gibi, etrafım Orhan Pamuk’u hiç sevmez. Kişilik olarak, karakter olarak ben de sevmem. Bunu bir kenara bırakarak onun romanına adeta bir roman perspektifiyle yaklaşmalıyız. Öyle ya, ben onun romanlarını da roman olarak saymıyordum! Orhan Pamuk’un nasıl bir romancı olduğunu henüz keşfetmiş değilim. Sessiz Ev kitabı bana yalnızca onun tarzını ve anlatımını öğretti. Oysa daha önemli addedilen diğer kitaplarını okumuş değilim. Yalnız şundan başlayalım: Bir defa bu kitabın yazılış zamanı 1980’li yılların başlarıdır. Tahmin edileceği üzere o yıllarda solun elinde kalan tek cephe olarak edebiyat-sanat cephesi bulunuyordu. Orada da edebiyat otoritelerine karşı(Fethi Naci gibi) genç yeni-sol edebiyatçılar çıkıyor, romanlara farklı bir perspektif getirerek bu otoritelere savaş ilan ediyorlardı. Çünkü edebiyat piyasalaşmaya başlamıştı. Piyasa olan bir şeyin eleştirmenler tarafından beğenilmemesi söz konusu olamazdı; bunlar sanatımızı kısıtlayan, dünyaya entegre olmamızı engelleyen ve artık aşılması gereken şeylerdi. Bir defa eleştirmenlerin edebiyatı artık köhnemişti. Bu sözlerle yola çıktılar; Doğan Hızlan vardı bu işleri yürütenlerden. Orhan Pamuk da daha o yıllardan bu kadronun içindeydi. İşte Sessiz Ev böyle koşullarda, böyle bir iddia taşıyarak ortaya çıkmıştı. O otoriteler de ne yapsınlar? Mecbur bu sürece boyun eğmek durumunda kaldılar. Gene de roman kriterlerinde ve eleştirilerinde ufak bir esneme yapmadılar. Onlar kararlı kaldılar. Her şeyden önce Sessiz Ev bir postmodernizm ilanıdır. Sessiz Evin sakinleri olan Recep, Fatma Hanım, Metin, Nilgün, Faruk hep postmodern bir bakışla ele alınmışlardır. Zannediyorum ki yazarımızın her bölümde farklı bir kişinin ağzıyla olaylara yaklaşması, sonra neredeyse her bölümde olan bir iç sorgulama, bir benliğin sorgulanması, ferdi duyguların artık Peyami Safa’ların ötesinde yorumlanması bunun en büyük kanıtıydı. Tabii bir şey daha vardı: Doğu-Batı çatışması. Metnin konusundan ve anlatımından söz açtıysak, devam edelim. Açıkçası bu anlamda ben Orhan Pamuk’un hiç de başarılı bir yazar olduğunu düşünmemiştim. İlk açıklamamda olduğu gibi onun romancılığının da kendisi kadar berbat olduğunu düşünürdüm. Lakin kullandığı dili saymazsak eğer, o gerçekten anlatımda ve kurguda başarılı bir yazardır. Bunu maalesef bu konularda o kadar eleştirimin üstüne söylemek durumundayım. Çünkü o, gerçekten çok az yazarın yapabileceği bilinç akışını farklı bir teknikle yorumlamıştı: Onu diyalogların içerisine serpiştiriyordu(syf.244-245) ve daha önce hiç rastlamadığım şekilde bunu hem anlatımı kopararak(anılarıyla araya devamlı girmesi) hem de nedenselliği(yani anlamı) bozmadan yapıyordu. Yani o anılarıyla sürekli araya girse de, diyalogların kenarına köşesine akıl yürütmeler soksa da metin yine anlaşılıyordu. Bu da benim postmodern romanda/öyküde ilk defa karşıma çıkan garip bir anlatımdır. Zira daha önce öyküde Vüs’at O. Bener’i biliyordum. Bilinç akışı yapacağım diye anlamın canına okumuştu. Bilge Karasu’nun birkaç öyküsünü okulda okumuştuk. Onlara göre bu metin çok daha anlaşılır, hem de anlatım özellikleri açısından da çok nitelikliydi. Bu da yine bize çok önemli bir şeyi kanıtlıyor: Her yazar kendi üslubuyla, tarzıyla okunmalıdır. Mensup olduğu akım, yazar özelinde değerlendirmeler yapmaya yetmez. Yazarların bu özerkliği de daha çok postmodernizmde görülür zaten. Velhasıl Sessiz Ev iyi bir ‘’roman’’dı. Tırnak içinde aldım çünkü bundan ve şu yukarıdakilerden fazlası değildi. Kitabın arka kapağında yazdığı gibi ‘’şaheser’’ filan da değildi. Roman olarak iyiydi. İçeriği bakımından ve kurgusu bakımından da güzeldi. Lakin postmodern gericiliğin, o ferdi dünyalara hapsolmuş anlayışın kitabıydı. Kurgu da anlatım da hep buna özgüydü. Türk toplumuna özgü milli, tarihi, edebi(özellikle divan şiirinden aldığı kısımlara bayıldım) unsurlar da barındırıyordu. Ancak bu saydıklarımın hepsi bir dünya görüşü etrafında olmadığından, bir toplum mesajı içermediğinden ne ele alınan konuların bir kıymeti harbiyesi kaldı ne de diğerlerinin. Doğu-Batı gibi o kadar cemiyeti ilgilendiren meseleleri sen tutup Cennethisar’daki köşke hapsedersen belki anlatımından iyi bir romancı olursun ama iyi bir aydın olamazsın! Ele aldığın konu o kadar zengin ama anlattığın çevre o kadar kısıtlı ki bu yüzden konuyu da ancak sathi yönleriyle ele alabilmişsin. O yüzden mesela bu sorunu çok daha incelikli bir şekilde ele alan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yanından geçemez bu kitap. Zaten iyi bir aydın olamadığın için, bu konularda söz sahibi olamadığın için de verdiğin mesajlar ancak cahillere göre olmuş. Mesela Batının timsali olarak sunduğun Selahattin Darvinoğlu senin romanınla birebir ters düşen bir karakter. Adam toplumcu bir bilince sahip ama Orhan Pamuk Beyefendi onun bu toplumcu yanını görmüyor, bireysel yanını görüyor ve bunun neticesi olarak tam karakteriyle zıt bir biçimde sayfa 83’te ona ‘’Bırak o İstanbul’dakileri, suçları, acıları ve birbirlerine zevkle çektirdikleri işkenceleri içinde çürüsünler!’’ dedirterek her yere aydınlığı ulaştırmak isteyen adamın söyledikleri bu mu diye düşünmemize yol açıyor. Gerçekten büyük bir tezat ve affedilemez bir kusur olarak görüyorum bunu. Adeta her karaktere alelade yapıştırdığı bu bireysel çıkışlar özellikle Selahattin’de fazlasıyla sırıtıyor. Mesela Metin’e müzikli ve danslı bir mekanda söyletilen ‘’Dizlerini bükerek titriyorlar ve aptal tavuklar gibi kafalarını sallıyorlar! Ahmaklar! Bütün bunları, zevk aldıkları için değil, başkaları öyle yapıyor diye yaptıklarına yemin ederim!’’(syf. 114) sözü anlaşılabilir. Çünkü yazar benzer vakalar karşısında Hasan’a da benzer şeyler söyleterek onların benzerliğine dikkat çekme amacı güdüyor. Ancak Selahattin’e yukarıdaki sözleri söyletirken ne amacı güdüyor, belli değil! Anlatım ne kadar başarılı olsa da bir eserin değerini tek başına anlatım belirlemez. Onu yazarın kültürü ve dünya görüşü de, düşünceleri de belirler. Nitekim eserin bu yönden fakirliğini sayfa 188’de bizzat yazarın kendi görüşü olduğunu düşündüğüm pasajı aktararak da ispatlamak isterim: ‘’Dünya da var olan ve huzurla, olsa olsa bazen coşku, bazen neşeli bir hüzünle tasvir edilecek ve yaşanılacak bir yerdi; eleştirilecek ve değiştirme ve ele geçirme tutkusuyla içinde kızışarak öfkelenilecek bir yer değil.’’ Böylece zannediyorum artık yazara dar bakışlı diyince bana kızmazlar ve bir kere daha düşünürler. Karşıma çıkan en sefil, en berbat ve tamamen postmodern felsefeye uygun olan bu düşünce, Faruk’un ama aslında yazarımızın aklından geçenlerdir. O, değişim ve dönüşümü dünyaya verilmiş zarar olarak görüyor. ‘’Elde olan neyse onunla yetinin’’ anlamına da söylüyor bunları. Ne yazık ki yazarımızın gözü o yıllarda işkencelerle, katliamlarla imha edilen gençleri görmüyor. Üç kuruş para için çalışan işçileri istismar edenleri görmüyor. İşte kültür dediğimiz ve bir aydını aydın yapan şeyler bunları görmektir ve bu haksızlıkları değiştirmeye çalışmaktır, onları aklamak değil. Buralar ise zannediyorum artık iyi bir romancı ve reklamcı olmanın ötesinde bir şeydir. Yani Orhan Pamuk gibilerinin anlayacağı bir şey değildir. Kitap baştan sona bu Cennethisar’daki köşkün hikayesidir. Orada yaşayan babaannelerini torunlarının ziyaret etmesiyle başlar. Onların bu evde bulundukları müddetçe olaylardan ziyade anılar ön plandadır. Onun arkasından yukarıda anlattığım gibi her kişinin kendi bakışından çevre hakkındaki izlenimler gelir. Metin ve Hasan’ın başına gelenleri saymazsak daha çok çevrenin kişiler üzerindeki psikolojik tezahürleri vardır. Tabii bir yandan biz o yıllarda toplumdaki kutuplaşmayı da hissederiz. Bu da Hasan ve Nilgün karakteri üzerinden anlatılır. Nilgün komünisttir, çok fazla kitap okuyan ve düşünen, oldukça nahif bir kızdır. Hasan ise mahkum olduğu yoksulluk içerisinde ülkücüler tarafından kandırılmış, onların yönlendirmeleriyle hareket eden, ama aslında bundan rahatsızlık duyan bir karakterdir. Ülkücüler Cennethisar’da zorla para toplarlar, vandallık yaparlar. Hasan da maalesef onların zoruyla bu eylemlere iştirak etmektedir. Kitabın bu kısmı çok eleştirilmiş. Ancak ben burada eleştiriye uygun bir kısım göremedim. Ülkücülerin ve komünistlerin tanımlanması gayet de gerçekçi. Günümüzde de gerçekçi. Zira hepimiz ülkücü denilen kişilerin aydınlanmayla, okumayla uzaktan yakından bir ilgisi olmayan, ancak kırıp dökmeyi bilen 3-5 cahil ya da kandırılmış yoksullardan teşekkül ettiğini az çok biliyoruz. Hatta denebilir ki romanın bu kısmı toplumsal kutuplaşmaya değindiği için artık bireyin sınırlarını aşmıştır. Bu bakımdan eleştiriden ziyade bir övgüye mazhar olmalıdır. Bu kutuplaşmayı bir yana bırakarak ben Hasan karakterine ayrıca değinmek isterim. O, aynı zamanda bulunduğu maddi koşulların ve toplumsal bakışın dışında oldukça idealist biridir. Ben onu Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil’e ziyadesiyle benzettim. Mai hayaller kuran ama siyah gerçeklerle muttasıl yüz yüze olan biri. Kitapta onunla benzerlik taşıyan bir karakter de Metin’dir. Metin de para sahibi olmakla övünen ama bir yandan da elindeki paranın kendisini memnun etmediği açıkça ortada olan biridir. Yukarıda müzikli ve danslı bir ortamda söylediği sözlerden alıntı yapmıştım. Ona dayanılarak aslında iç huzuru aradığını, bunca gürültü patırtıdan ve sahtelikten uzak kalmak istediğini görürüz. Nitekim Ceylan’a olan aşkının sonuçlanmaması da bu isteği doruk noktasına çıkartır. Fark edilirse Hasan da benzer bir biçimde bulunduğu çevreden ve onun iradesini zorla elinde tutan ülkücülerden memnun değildi. Yazarın bu anlamda ikisi arasında kurduğu bağlantı aşikardır. Yazarımız kendi fikirlerini beyan etmek amacıyla bir de Faruk karakterini yaratmış. Faruk, tarihçi olan ve ekseriyetle alkol alarak yalnızlığını tatmin eden biridir. Mesleğine çok sıkı bir şekilde bağlı olması, başka bir uğraşısının olmamasından ve yalnızlığını tatmin eden yegane şeylerden biri olmasından ötürüdür. Karısı tarafından terk edilmiş ve o da elbette sistematik bir biçimde yalnızlığa itilmiştir. Zaten kitapta bir anlamda yalnızlık çekmeyen herhangi bir karakter yok. Bizim tüm bu kişilerden ziyade en çok Selahattin-Fatma ilişkisine değinmemiz gerekir. Çünkü yazar burada romanının temel çatışması olan doğu-batı meselesini ele almıştır. Yazarı ben daha çok bu kısımda eleştirmiştim. Selahattin karakteri Allah’a inanmayan, inananları da küçümseyen ve o da bu şekilde yalnızlığa itilmiş, fakat nasılsa bu yalnızlıkla tezat oluşturacak biçimde aynı zamanda insanları aydınlatmayı temel ülkü edinmiş biridir, bir doktordur. Şimdi benim eleştirim bu noktada şöyle oldu: Bu kişi hem toplum tarafından kenara itilmiş hem de topluma hizmet etmeyi amaçlayan biri nasıl olabilir? Bu kişi eğer topluma hizmet etmeyi, onları eğitmeyi amaçlıyorsa yalnızlaşması boşunadır. Ancak yalnızlaşmış ve tamamen yazacağı ansiklopediyle kabuğuna çekilmiş biriyse de(ki romana göre böyle) toplumcu düşünmesi mümkün değildir. Nitekim Selahattin’in de bazen toplumcu, ilerici düşündüğü, bazen de bireyci bir bocalamayla sarsıldığı romanda görülüyor. Ancak Selahattin’in hangisini seçtiği(toplumculuğu mu bireyciliği mi?) konusunda yazar çok müphem davranıyor. Bence bu davranış ele aldığı çatışma açısından değerlendirilirse romanın bir kusurudur. Zira sen burada doğu-batı çatışmasını anlatmayı amaçlıyorsun, doğu ve batıyı net kişiliklerin temsil etmesi lazım. Evet doğuyu temsil eden Fatma karakterinde bir sorun yok, o gayet net. Romanı okuyan muhtemelen çoğu kişinin nefret ettiği ya da yaşlılığına vererek müsamaha gösterdiği Fatma karakteri, oldukça gelenekçi, acımasız ve geri kafalı bir kadındır. Selahattin’le olan birlikteliğinden başlayarak tüm hayatında bu gericilik kendini gösterir. Hizmetçisi Recep’e olan kini de iç sorgulamalarında sürekli ortaya çıkar. Yazar, Selahattin’in karşısına çıkarttığı Fatma karakteriyle gerçekten de doğu-batı çatışmasını bir ucundan yakalamıştır. Ancak yine de toplumcu yaklaşmadığı için başarısız olmuştur. Hizmetçileri Recep’ten de bahsetmek isterim. Tüm bu doğu-batı çatışmasından ya da toplumdaki kutuplaşmalardan zerre kadar etkilenmeyen(nasıl işse bu?) Recep, evin hanımına hizmet eden ve evi geçindiren bir ‘’robot’’tur. Kitabın ilk kısımlarında biraz onun duygularına şahit olsak da genele baktığımızda sıradan bir hizmetçi parçasıdır. Zaten Orhan Pamuk’un hizmetçilerin ya da işçilerin iç dünyasını incelemesi de çok garip olurdu. Zenginlerin dışına çıkamayan Pamuk, tutup da işçilerin ya da hizmetçinin dünyasını yazamaz. O halde kitapta bu karakter fazlalıktır, madem anlatmıyorsun süs olsun diye mi oraya koydun. Keza aynı şekilde onun kardeşi İsmail de hiç üzerinde durulmayan biridir. Bunların hepsi işte kitaptaki fazlalıklardır. Yani genel anlamda oluşturulan karakterleri ve onların iç dünyasını ele alış biçimini beğendim. Fazlalıkları çıkartırsak bence kitabın 150-200 sayfa civarında olması gerekirdi. Bunlara rağmen gene de hem kurgu açısından hem de anlatım açısından iyi. Ancak dediğim gibi, konuyu ele alış biçimi açısından ne yazık ki yetersiz. Bu kadar şeyden sonra son olarak kitabın dilinden söz etmek isterim. İlber Ortaylı, Orhan Pamuk’la ilgili olarak ‘’Onun Türkçesi bozuk, öğrencilerime hiç tavsiye etmem’’ diyor. Haklılık payı var. Zira Orhan Pamuk kurduğu cümleler açısından hem çok garip bir cümle yapısı, hem de gereksiz yere uzun cümleler kullanıyor. Böyle cümlelerde Türkçe cümle yapısının bozulması da kaçınılmaz. Aynı zamanda çok fazla bağlaç kullanıyor, lüzumsuz yere eylemsiler kullanıyor. Bu da elbette metnin akıcılığını kısmen yok eden şeyler. Bir yazarın böyle hatalar yapmasını tasvip etmiyorum. Örneğin sayfa 240’ta kurduğu bir cümlenin başında: ‘’Cesetlerimiz, toprağın iğrenç ve buz gibi sessizliğinde çürürken ve savaş kurbanlarının, içinde yumruğum kadar delikler açılmış gövdeleri ve paramparça olmuş kafatasları ve toprağa dağılan beyinleri, akan gözleri ve kan içindeki yırtık ağızları beton yıkıntıları arasında kokarken, bilinçleri, bilinçlerimiz ah, Hiçliğin bu başsız sonsuz karanlığına gömülüyor;…’’ derken yazarın kitabın genelinde kurduğu cümleleri görmüş oluruz. Aslında yazar bu hataları genelde bilinç akışını kullanırken yapıyor. Yani bilinç akışı yapacağım diye dili bozuyor. Nitekim benzer bir örnek sayfa 82’den verilebilir: ‘’Ilık uykudan kalkışın sıcaklığı yanaklarımda ve aklımda: Rüyayı düşündüm; rüyanın hayalini: Küçükmüşüm, İstanbul’dan çıkıp giden bir tren içindeymişim, tren gittikçe bahçeler görüyormuşum, birbirinin içinde, güzel, eski bahçeler: İstanbul uzakta, biz o bahçeler bahçeler içindeki bahçelerdeyken.’’ Ne demek oluyor bu ‘’Bahçeler bahçeler içindeki bahçeler’’? Yazarın kimi yerlerde bu şekilde saçmaladığını da görmekteyiz. Başka bir yerde, sayfa 45’te yazar düşünüyor, sonra ‘’Düşündüğüne inandığına inanıyor’’. Anlatımı bu şekilde dolaylaması elbette akıcılığa zarar vermiş. Sonra sayfa 239’da ‘’İki saat önce, gazetedeki ölülere dalgın dalgın bakarken, Tıbbiye’de, hastanelerde kırk yıl önce kadavralara bakarken duyduğum korkusuzlukla bakarken,…’’ diye devam eden bir cümle kuruyor ki akıllara zarar. Eylemsilerin bu şekilde tekrar etmesi de metnin akıcılığını zedeliyor. Bunun gibi bir yığın örnek var. Orhan Pamuk’un kitap yazmadan önce çok ciddi bir dil eğitimi alması gerektiğini düşünüyorum. Zira roman böyle yazılmaz. Ancak bu konuda yapılan eleştiriler çoğu sefer sınırı aşmış, eserin kendisine yönelik bir eleştiri haline gelmiş. Ben buna karşıyım. Eserin dili de önemlidir ama hep dediğim gibi tek başına önemli değildir. Nitekim diğer kriterlere yukarıda değindik. Nihayet yaza yaza bitiremediğim Sessiz Ev incelemesinin sonuna geldim. Eserin neyi anlattığından, yazarın konuları nasıl ele aldığından, dilinden ve anlatımından detaylı olarak bahsettim. Muhtemelen bunu yaparken okuyucuyu da sıktım, ancak detaylı bir incelemede asla atlanmaması gereken şeyleri anlattım. Yazıya başlamadan önce dediğim gibi, bu bir övgü ya da sövgü yazısı olmadı. Bir eleştiri yazısı oldu. Kitap hakkındaki genel kanaatim 10 üzerinden 6’dır. Puan verirken olaylar zincirinden, kurgudan, anlatımdan verdim. Puan kırarken konudan, yazarın ufuksuzluğundan ve dilinden kırdım. Genel anlamda iyi bir romandı ancak ufkumuzu genişleten, bizi derin düşüncelere sevk eden bir kitap değildi. Ancak boş zamanlarımızda okuyabileceğimiz, yorgun zamanlarımızda bize eşlik eden bir kitap olabilir. Bu yüzden kitaptan çok fazla bir şey beklemeyin. Anlatımını ise taktir ettiğimi söylemiştim zaten. Sessiz Ev kitabı hakkında söyleyebileceklerim bu kadardır, umarım bu inceleme faydalı olmuştur. İyi okumalar. DİPNOT: Değerli okurlar, sevgili takipçilerim. Bu inceleme 14 ARALIK 2018 tarihinde kaleme alınmış olup yazarının bugünkü düşüncelerini bazı yerlerde yansıtmamaktadır. Hatta yazarı incelemenin gereksiz, Orhan Pamuk'a haksız ithamlar yapılan yerlerini kaldırıp yeniden paylaşmak yahut incelemeyi silmek istemiş, lakin incelemenin gördüğü itibar münasebetiyle zamanında verdiği emeği çöpe atmak da istememiştir. Bu dipnot bu amaçla yazılmıştır. Dikkatinize arz edilir.
Sessiz Ev
Sessiz EvOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 20186,8bin okunma
··
2.161 görüntüleme
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Hiçlik, postmodernizm, Orhan Pamuk, komünistler, ülkücüler, hele hele "bilinç akışı"... Şimdi, bu yukarıdaki kelimeler ben 16 yaşındayken hayatta aklımın ucuna gelmeyecek kelimelerdi. Çünkü hiçbir zaman kitap okuyan bir çevreye ya da aileye sahip olmamıştım. Fakat hemen aşağıdaki yorumda Elon Musk örneğini veren https://1000kitap.com/Zerdali arkadaşıma sonuna kadar katılıyorum. Bir çocuk, bilinçli ve kitap okuyan kültürlü bir aile tarafından yetiştirilirse neden böyle yazılar yazamasın? Biz zamanında böyle olmadığımız için kendimizi de herkes gibi sanıyoruz. Fakat ben 16 yaşındayken evde ansiklopedilerden başka bir şey yoktu, bilgi çok sınırlıydı, internet daha evimize uğramamıştı. Yine başka bir yorumda gördüğüm gibi eskiden yayınlanan TRT videosundaki çocukların konuşmalarını dinleyince durumun aslında nasıl olduğunu da kolaylıkla anlayabiliriz. Bu durumda esas sıkıntı olan konu şu. Yeni üyeler pek bilmese de eskiden pek çok saçmalık oldu bu sitede. Emirhan olaylarından tutalım da sahte hesaplarıyla incelemelerini paylaşan insanlardan Ali Aydın'lara, Derya'lara, profilinde Kur'an ve Allah'ı severim deyip sahte hesaplarında pornografik görselleri profil fotoğrafı yapan insanlara kadar bir skalada insan çeşidi gördük. Nasıl ki dışarıda insanlara olan güvenimiz azaldıysa zamanla 1000kitap'taki insanlara olan güvenimiz de azaldı. Açıkçası Arda'yı ilk gördüğüm zamanlardan beri ben de inanmıyordum yaşına ve yaşıyla paralel olarak yazdığı yazılara. Fakat aşağıdaki arkadaşlarımın yorumlarıyla da birlikte bu yaşta böyle yazılar yazılabileceğinin imkansız olmadığının farkına vardım. Dediğim gibi, biz eskiden bu yaşlarda yapamadığımız şeyleri başka insanların da yapamayacağını sanıyoruz. Ama Elon Musk yaptı. ADAM 12 YAŞINDA İLK KODUNU YAZDI. Düşünsenize Elon Musk 1000kitap'a kaydolup yazdığı kodu insanlarla paylaşıyor ve onun yaşına inanmayanlar oluyor... İşte böyle absürt bir durum bu. Sitenin zamanında yaşadığı pek çok olaydan ötürü insanlarda oluşan güvensizlik durumu bu noktaya getirdi. Fakat bu, yukarıdaki incelemenin, daha doğrusu eleştirinin, kesinlikle kötü olduğunu göstermez. Ne olursa olsun her zaman sevdiğim ve seveceğim bir cümle vardır : "Bir şeyi içten geldiği gibi ve hiçbir beklentiye kapılmadan yaparsanız, bunu kimsenin takdir etmesini, yermesini ve hatta kabul edip etmemesini bile umursamazsınız." Yolun açık olsun!
Arda Çolakoğlu okurunun profil resmi
Oğuz Bey ben sizin kanalınızı da takip ediyorum ara sıra. Yaptığınız yorumlara açıkça katıldığımı söyleyemeceğim ancak beni desteklediğiniz için size çok teşekkür ediyorum. Bunlar üzerine söylenebilecek çok fazla şey yok zannedersem. Edebiyat benim tutkum. Bunu çevremdeki herkes, beni tanıyan herkes bilir. 11 yaşımdan beri yoğun bir okuma tutkusuyla dedem tarafından yetiştirildim. Geçen sene rahmetli olan dedem, saygın bir yazar ve siyasetçiydi. Ben tüm bu yazma kabiliyetimi (buna kabiliyet diyorsanız eğer) ona borçluyum. Bu incelemeler dışında yakın zamanda yazdığım 3 öykü, 2 makale var. Haklısınız yetişme şartları etkin ancak ben yine de bunun illa yetişmeyle kazanılacağını düşünmüyorum. Yazma işi her şeyden evvel bir sabır işidir, emek işidir. Okuma ise kendini yetiştiren herkesin yapabileceği bir şeydir. Ayrıca okuduğum okul ve beni destekleyen edebiyat öğretmenlerimin katkısını saymıyorum bile. Onlar olmasaydı ben şu anda bunları yazıyor olmazdım. Ancak dediğim gibi, bu gibi beceriler ekseriyetle insanın kendini geliştirmesiyle zuhur eder ki dediğiniz gibi bilgiye kolayca ulaşılabilen bir çağdayız. Tüm bunları söylüyorum çünkü o kadar garip biri olmadığımı insanlar anlasın istiyorum. Bu olayın bir yetenek işi olmadığını da anlasınlar. Elon Musk ise bence başka bir konu. Bu kadar övgüyü hakediyor muyum bilmem ama lütfen hiç sevmediğim şu adamı bana örnek olarak göstermeyiniz. Kendisi şu anda modern kölelik sisteminin mimarı olan büyük tekellerin birinin başında bulunuyor ve çalıştırdığı personellere kan kusturmadığı eksik. Ahım şahım bilgili biri de değil. Oğuz Bey sizinle bu konularda ters düşüyoruz biliyorum ama önemi yok, desteğinizden dolayı teşekkürler. Böyle bir mağduriyetten beni kurtardıkları için de herkese teşekkürlerimi sunuyorum tekrar tekrar. Ayrıca burada okurların gördüğü gibi sadece ben değilim bu yaşta yazan. Diğer sınıfları bilmem ama bizim sözel sınıf hep böyledir. Birlikte okuyoruz, yazıyoruz, tartışıyoruz. Eğer övülecek bir durum varsa o arkadaşlarımı da buna dahil etmek gerekir. İyi akşamlar diliyorum.
Bu yorum görüntülenemiyor
Semih Doğan okurunun profil resmi
Sanırım şu ana kadar sitede gördüğüm en inceleme gibi inceleme buydu. (Şu an sitede olmayan ama zamanında "inceleme" kavramının hakkını sonuna kadar veren Taluy Kan'ın incelemelerini tenzih ederek kuruyorum bu cümleyi.) 16 yaş muhabbetine girmek istemiyorum aslında; ama aşağıda arkadaşların da belirttiği üzere, sitede okurların iyi niyeti birçok defa suistimal edildi. Bu yüzden yazdıklarınız ne yazık ki "yaş kriterine" takılıyor. Aslında yaşınız kimseyi ilgilendirmez. İsterseniz profilinize 5 yaşınızda olduğunuzu yazın, ben yazdıklarınıza bakarım. Ama kandırılma hissi takdir edersiniz ki, çok etkili bir histir ve hiç kimse kandırılmak istemez. O yüzden size tereddütle yaklaşan okurlara karşı daha anlayışlı olmanızı öneririm. Zira ben de çok eski bir üye olmasam da burada birkaç olaya şahitlik ettim. Mesela Emirhan olayı vardı siteyi sarsan. Sanırım o da 14 yaşındaydı. Büyük bir tartışma sonucu Emirhan isimli kullanıcı siteden çıktı. Daha sonra başka bir hesapla siteye tekrar girdi. Ama hiçbir zaman eskisi gibi ünlü olamadı ve ilgi çekemedi. Eskiden onu takip eden yazılarını beğenen birçok okur, Emirhan'ın yeni hesabını takip etmeyip yazdıklarını beğenmedi. Şimdilerde ise Emirhan adlı kullanıcının sitede olmadığını görüyorum. Peki şimdi şu soruları sormak gerekir: 1- Emirhan isimli kullanıcı 14 yaşındaymış gibi kendisini göstermenin kaymağını mı yiyordu sitede? 2- Emirhan isimli kullanıcının yazdıklarını beğenen kişiler(ki bunlara ben de dahilim) yeni hesabını neden takip etmeyip yazdıklarını beğenmedi? Değişen neydi? Yazan kişi aynı kişiyse neden eski popülerliğine ulaşamadı? Demem o ki, anlayış gösterin. Güvenimiz çok sarsıldı bu sitede ve belki hala da birileri güvenimizi sarsıyor, bilemiyorum. Belki bu yazıyı yazan kişi de 16 yaşında değil. Ama umursamıyorum. Yeter ki yarın öbür gün kandırıldığımı hissetmeyeyim :) İnceleme ise gerçekten muazzamdı. Söyleyecek tek bir sözüm yok. Yine aşağıda bazı cümlelerinize takılan arkadaşların takıldığı o cümlelere ben hiç takılmadım. Belki de aynı düzlemden hayata baktığımız içindir bilemiyorum. Ayrıca 8 adet OP kitabı okuyan bir okur olarak Pamuk'a karşı daha farklı bir gözle bakmamı sağladınız. Siyasete ve ideolojilere olan ilginiz Pamuk'un zayıf yanlarını size daha açık gösteriyor olsa gerek ki, benim göremediğim birçok hususa parmak basmışsınız. Elinize, emeğinize sağlık.
Arda Çolakoğlu okurunun profil resmi
Sevgili arkadaşlar, saygıdeğer takipçilerim! Gördüğüm bu ahlaksız durum karşısında gene de yazdığım incelemeyi değer vererek okuduğunuz için ve katkılarınızdan dolayı hepinize minnettarım. Kendimden gayet emin olduğum için mevzubahis olay karşısında metanetimi korumayı sürdürüyorum. Evet ben 16 yaşındayım, bu doğru. Bu incelemeyi ben yazdım, gecenin 12'sinde yazdım, bu da doğru. Yorum yapan kişilerin şahsım üzerine değil de inceleme üzerine bir yorum yapmalarını dilerdim ve bu açıklamayı ayriyeten yapmayı da istemezdim açıkçası. Ancak burada kasıtlı bir amacın olduğu ve bunun da şahsıma yönelik olduğu, incelemeyle bir ilgisinin bulunmadığı da ortada. Zira atılan iftira yalnızca bir varsayıma dayanıyor, hiçbir delili yok. Bu can sıkıcı konu hakkında takipçilerimin yanılmasını istemem. Gene de inanmak istemeyen inanmaz, ama kimse beni aşağılayamaz, kişilik haklarıma saldıramaz, bana ''sahtekar gençler'' biçiminde ifadeler kullanamaz. O şahıs hakkında konuşmayacağım. Ancak siz sevgili okurlar, bu yazıyı, bu incelemeyi yazmama iten sizlersiniz. Sizlerin değerli katkılarınızdır. Bu katkılardan sonra kimsenin benim hakkımda söylediği umurumda değildir, bilginize. Sanıyorum 16 yaşında birinin İstanbul Türkçesiyle yazması çok anormal bir durum değil. Anormal olan bugünün şartlarında gözlemlediğim 16 yaşındaki kişilerin dilimizi bozması, ona yeterli önemi göstermemesidir. Söyleyeceklerim bunlardır, incelememe yapılan yorumları okuyorum ve değerlendiriyorum. İyi akşamlar.
Metin Pir okurunun profil resmi
Adam 16 yaşında Orhan Pamuk okumuş ve gayet de güzel inceleme yapmış, ellerine saģlık. Bu niye memleket meselesi oldu anlamadım açıkçası. Yaş 16. Ben 15 yaşında yazdığım bir öykü ile 12 sene önce tam altın kazanmıştım bir ilçede. Acaba siz 16 yaşında ne yapıyordunuz ki inanmıyorsunuz. İhtimal 1- dersten kaçıp pes oynamaya gidiyordunuz 2- kız veya erkek kesiyordunuz 3- kitap okumuyordunuz, okuyanlara boş bunlar diyordunuz . 4- Gerçekten bu imkanlara sahip değildiniz. 4. Mazeret dışında kalanlara göre böyle bir şeyi yapmak imkansız herşeye bir kulp bulmakta üstünüze de yok. Kafa gelişimden yana değilse 80 yaşında da ot gibidir insan. İnsanları rencide etmeye bu kadar yer aramak da neyin nesi. Sizin dışınızda kimse güzel birşey yapamaz bu mu. Martı gibisiniz kardeşim. Kibirlisiniz, kibriniz sizden büyük. Emeğine sağlık kardeşim. Doğru yoldasın tek bildiğim bu bahtın açık olsun :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Ayşe* okurunun profil resmi
Ardacım kalemine sağlık. Ufak bi atışmanın üstüne bu kitabı okuyup incelediğin içinde teşekkür ederim :) Kitabı henüz okumadım ve içeriği hakkında yeterli bilgiye de henüz sahip değilim. Eleştirilerinde dikkatimi çeken şey “Zenginlerin dışına çıkmayan Pamuk işçilerin ve hizmetçilerin dünyasını yazamaz.” demişsin. Bunu kesinlikle katılmıyorum! Yazarın orta çağ’da geçen bir romanı yazabilmesi için orta çağ’da yaşamış olması gerektiği kadar saçma bence. Yazarı yazar yapan kafasında şekillenen, şekillenebilen kurgudur. Burjuva bir çevrede yetişmiş olması Orhan Pamuk’u kötü bir yazar yapmıyor, maalesef hayatta her şey deneyimlenemiyor. İlber Ortaylı iyi bir tarihçi olabilir fakat filolog değil yorumunu yersiz bulmuştum hala öyle düşünüyorum. Benim güzel ülkemde maalesef böyle bir hastalık var, bence aşağılık kompleksi başarılı olmuş bir sanatçıyı yazarı hıncını alırcasına yerden yere vurma hastalığı. Senin gibi eleştirinin hakkını verebilen okurları seviyorum, sevmediğin noktaları açık açık belirtmişsin, pusuda bekleyen arkadaşlarda sağolsun dökülmüşler :) Sevmeyen okumasın arkadaşlar! Orhan Pamuk kitapları benim için çok değerli, henüz ilk kitabını okudun yetersiz bulmuş olabilirsin, diğer kitaplarını okudukça fikrin değişecektir. Ağzına sağlık Ardacım.
Eminkolnikov okurunun profil resmi
Hiçbir şey anlamadım. Afedersiniz, siz ay'da mı yaşıyorsunuz diyesim geldi. Yahu ben 16 yaşındayken öykü yazan Veysi adlı bir arkadaşım Türkiye genelinde (Çanakkale üzerine) ikinci oldu. Sonra ben sürekli Kimya öğretmenim ile periyodik cetvele giremeyen ve olası sonuçlarını, ne zaman girebilmesini, klor ve sarın gazının etkisini konuşurduk. Beni derslerde dışarı çağırır, sohbet ederdik. Bana lise boyunca hep "bombacı" derdi. Felsefe öğretmenimle de öyle. Böyle Buyurdu Zerdüşt hakkında o kadar çok konuştuk ki, kafamız sulanır, boğulur gibi olurduk. Sınıfta hiçbir zaman ses etmezdim, hep müdahil ettirirdi. Kalk sen anlat derdi(tabi yapmazdım :) ) Matematik öğretmenim dersi bırakır, benden Ortadoğu'nun geleceği ve Türkiye'nin durumunu anlatmamı isterdi. (Daha önce sınıfta kulak misafiri olmuştu) Bunu o kadar, o kadar çok uzatabilirim ki... Ne demek istiyorum peki? Sabahtandır ana sayfaya düşürüp, " 16 yaşında olamaz, mümkün değil, ya-pa-maz" demeniz şaşırttı. Bir şeyi gereğinden fazla irdelemek her zaman aleyhimize olmuştur. Sahtekâr da ne demek? Eliniz de kanıt yok, varsayımlar üzerinden yadırgıyorsunuz. Olmaz, hiç iyi olmaz. Etik değil. İncelemeyi okuyup geçin. Bu arada, siz incelemeyi paylaşmadan önce sadece 9 beğeni ve 1 yorum almıştı. Peki ya şimdi? Aynı kanında değiller sanırım. Çehov'un Korkunç Bir Gece kitabında şöyle bir alıntı vardı:" Ay'da mı yaşıyorsunuz be kardeşim."
Bu yorum görüntülenemiyor
30 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.