Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

456 syf.
·
Puan vermedi
·
7 günde okudu
‘İfade dolu bir sessizliği’ anlatmak isteyen çok sesli bir kitap...
‘1K kutsal kitaplar serisi’nden Şibumi’nin incelemesi vesilesiyle herkese selamlar... Çok net hatırlıyorum, siteye ilk üye olduğumda ‘bu kitaba sahip olmayanları burada barındırmıyorlar herhalde’ diye bir kaygıya kapılmış, Ocak 2018’de hemen sipariş etmiştim kitabı. Ancak kitabı almak da yetmiyor tabii. https://1000kitap.com/Nordavind ‘nın başını çektiği deri kıyafetler giymiş motorlu devriyeler periyodik olarak kitabın okunması konusunda önce uyarıp sonra yasal işleme tabii tutuyorlar! İki yıl boyunca kaçak bir şekilde kendimi gizlemeyi başardım. Ancak geçen hafta Tuco, Kabataş civarında bir kavşakta kıstırıp son uyarısını yaptı ve elime siyah bir zarf tutuşturdu. İşte o noktada başka bir seçeneğim kalmadığını anladım... :) Yanlış anlaşılmasın bu arada, aslında aldığım günden bu yana kitabı okumak için oldukça hevesliyim. Ancak ‘yoğun dönemlerinde bu kitabı harcama’ adını verdiğim klasik hastalığım burada da bir türlü yakamı bırakmadı. Öyle bir illet ki, bir kitabı 2 yıl boyunca sizden kopartabiliyor. Tedavisi ise, Tuco gibi sizi arkadan itekleyecek dostlarınızın olması... Neticede, büyük bir hayranlıkla okumaya başladığım, süreç içinde gel-gitler yaşadığım ve sonlara doğru ilk heyecanımı büyük ölçüde kaybettiğim bir kitap yolculuğu oldu benim için. Ancak kitaptan pek çok anlamda oldukça faydalandığımı net olarak söyleyebilirim. Bunun detaylarını anlatacağım tabii ki... Faydalanma eğrisi, kitaplarla kurduğum ilişkide benim için en değerli gösterge. Bundan yıllar sonra kurgu, karakterler, olaylar unutulur ama kitaptan öğrendikleriniz bir ömür boyu belleğinizde yer eder... Bu anlamda değerli dostum Tuco’ya ve tüm Şibumi dostlarına en içten teşekkürlerimi sunarım... ---------------------------- Bu uzun girizgahın ardından biraz kitabımızın içine girelim isterseniz... Kitap 6 bölümden oluşuyor ama ben kurgusu itibariyle kitabı iki bölümde inceleyeceğim. Hayranlıkla ve satırları bir solukta okuyarak başladığım ve baş karakter Nicholai Hel’in hücreden ayrılmasına kadar süren bölümü ilk bölüm gibi değerlendirdim... Bu bölümde, merkezinde Japonya olmak üzere Uzak Doğu kültürü ve tarihi hakkında mevcut bilgilerimin dışında kalan yepyeni ve önemli bilgiler edindim. Yazarımız, özellikle 2. Dünya Savaşı öncesi Japonya’ya dair normalde kendi ayağımızla gidip alıp okumayacağımız pek çok tarihi bilgiyi kurgunun içerisine çok başarılı bir şekilde aktarmış... Yine bu bölümde, Go oyunu gibi Japonya ve Uzak Doğu kültürüne dair pek çok enstantaneyi derinlemesine tanıma şansı buldum. Kitaba adını da veren Şibumi gibi harika bir felsefi öğretiyle/kavramla tanıştım. (Bu kavrama ilerleyen bölümlerde döneceğiz tekrar). Son zamanlarda hiç karşılaşmadığım türden, oldukça orjinal bir hikayesi olan, sıra dışı bir kitap karakteriyle tanıştım. Bu listeyi bu şekilde daha da uzatabilirim aslında... Farklı yönlerden gelip her biri ayrı bir keyifle sarıp sarmalayan ve adeta gözlerinizi kitaba yapıştıran bu özelliklere bir de kitaba ayrı bir zenginlik katan tam dozunda bir mistisizm ekleyin... Benim gibi standart bir okur için hava ve saha şartları bundan daha güzel olamazdı:) Gerçekten de kendimi günümüzün karmaşasından uzakta, soyut bir atmosferin içinde buldum. Bakın ilk bölümden iki kısa alıntı paylaşacağım sizinle; “Hiç kimse onun şu anda General’in kendisine verdiği çok değerli iki armağanı düşünmekte olduğunu bilemezdi. Bu armağanlardan biri Go-ke takımı, diğeri de hayatı boyunca kendine amaç edineceği şibumi KAVRAMIYDI.” (S.85) “.... Nicholai’ye bir armağan getirmişti. Bu armağan, işgal edilen yerlerdeki kütüphanelerden seçilmiş iki kasa dolusu kitap ve yanısıra ilettiği bir ÖĞÜTTÜ.” (S.101) Ne kadar naif öyle değil mi? İnsanlar birbirine kavramlar, öğütler falan armağan ediyor. Onur, gurur, yardımlaşma, yurtseverlik, kan bağı olmadan aile olmak v.s... İşte tam olmak istediğim yer dedim içimden, bu satırları okudukça... --------------------------- Bu güçlü atmosferin yılanın deri değiştirmesi gibi kendi içinde sıyrılarak Star Tv’de gece 11’den sonra yayınlanan 4. Sınıf aksiyon filmlerine dönüşmesi ise kitabın 2. bölümüne denk geliyor sevgili 1k dostlarım. Ancak bu noktada hatırlatmak gerekir ki, ben bu eleştiriyi ‘2020 okuru’ kimliğimle yapıyorum doğal olarak. Kitabın yazıldığı dönem dikkate alındığında, o dönemin şartlarında gayet cesur, herkesin rahatlıkla yazıp çizemeyeceği pek çok ifadeye rastlamak mümkün. Yazarımız, gerçek yaşamda karşılığı olan pek çok kurumla beraber, son yıllarda çeşitli nedenlerle sık sık andığımız Rockefeller, Rothschild gibi isimlerin o günki denklerine yönelik ciddi bir mücadele vermiş kitabında... O yüzden bu şerhi buraya ilave ederek sorumluluğumu yerine getirmek istedim. Ancak dediğim gibi hem ben hem de bu yazının tüm muhatapları ‘2020 okuru’ olduğu için kitabı değerlendirirken kendi penceremi de açmak zorundayım. Evet maalesef kitabın 2. bölümünde, ilk bölümdeki özgün kurgu yerini Hollywood tipi bir aksiyona, gerçeklik bağı olan sıra dışı karakter yerini bir süper kahramana, tarihi fon yerini şatafatlı bir şatoya, felsefi altyapı yerini derin siyasete ve ölçülü mistisizm ise yerini fantastik öğelere bıraktı... Bu bölümün bana en büyük (belki de tek) faydası ise çok yabancı olduğum Bask tarihi ve kültürü hakkında başlangıç seviyesinde bir birikim hediye etmesiydi. Özellikle karakterin ilk bölümde gerçeklik bağı kurabileceğimiz bazı yeteneklerine ikinci bölümde o kadar çok yeni yetenek eklendi ki; karşımıza bir anda 7 dil bilen, ileri seviyede Go oyunu bilgisine sahip, yakınlık algısı yeteneği sayesinde küçük bir tanrı gibi her şeyi önceden görüp hisseden, çok küçük ve önemsiz alet edevat yardımıyla çıplak elle herkesi öldürebilen, yüz metrelerce derinlere inen ve henüz keşfedilmemiş mağaraları tek başına keşfedebilen ve (bakın burası çok önemli) beraber olduğu kadınları, eğitimini aldığı muhteşem teknikler kullanarak sayısız defa orgazma ulaştırabilen ve o kadınların bir daha hayat boyunca başka bir erkek tarafından mutlu edilmesinin önünü tıkayan ultrasüpersonik bir karakter çıktı... (Kitap boyunca kadınların birer seks objesi gibi gösterilmesi detayını yakalayan ve incelemesinde de (#70733333) bu konuyu özellikle vurgulayan
Tuğba
Tuğba
hanıma da dikkati için ayrıca teşekkür ederim.) ----------------------------- İlk bölümde damağıma çalınan bir parmak balın tadı hala ağızımda gezinip dururken ‘bütün bu şatafata, bütün bu debdebeye gerçekten ihtiyacı var mıydı bu kitabın’ diye ister istemez sorguladım. Sonra bu aşırılığı biraz dönemin şartlarına biraz da her ne kadar yerden yere vursa da yazarın ABD menşeili olmasına bağladım. Çünkü
Trevanian
Trevanian
’ı tarz olarak bir başka ABD’li yazar ve aynı zamanda çağdaşı olan
Paul Auster
Paul Auster
‘in tarzına benzettim. Neticede her yazar, ne kadar muhalif olursa olsun, kendi kültüründen, kendi toplumundan, kendi ülkesinin gerçeklerinden farkında olarak veya olmayarak besleniyor. Bu açıdan baktığımızda Trevanian’ın da Auster’in de ve diğer ABD’li yazarların da eserlerini üretirken bir yerde Hollywood’laşmalarını olağan karşılamak ve saygı duymak gerekiyor belki de... -------------------------- Son bölümde biraz da Şibumi kavramı üzerinde durup daha fazla vaktinizi almadan vedalaşacağım değerli dostlarım:) Bazı kavramlar iyi ki varlar diye girmek istiyorum söze... Uzun uzun anlatmak istediklerimizi, beynimizde çevirip durduğumuz birbirinden bağımsız ama ortak bir anlamın parçalarını oluşturan soyut düşünceleri nasıl da bir çırpıda dile getiriveriyor kavramlar... İşte bu yüzden yukarıdaki alıntıda paylaştığım ‘kavram armağan etmek’ ifadesini ayrı bir sevip önemsedim kendi adıma... Peki, bir kavram ya da bir öğüt hediye edilebilir mi? Eğer sizin kafanızda bir şimşek çakıyorsa, dağınık düşüncelerinizi mıknatıs tutmuş gibi bir araya getirebiliyorsa, hayata bakışınızda, algılarınızda, fikirlerinizde yerden bir taşı kaldırıp yolunuzu açabiliyorsa... Evet, bir kavram hediye edilebilir... Belki siz buna başlangıçta hediye kabilinden bakmazsınız ama o kavram zihninizde faaliyete geçip de ilk meyvelerini sunduğunda hayatınıza belki de çok somut bir hediyeden daha fazla etki yaptığını hissedebilirsiniz... İşte şibumi de böyle bir kavram aslında... Günübirlik değil ömürlük bir kavram... Evladiyelik dediklerinden... Nicholai Hel de bunun farkına varabildiği için değerli bir ‘armağan’ olarak kabul etti bu kavramı. Çünkü hayatının kalan kısmını bu kavramı temele oturtarak inşa edeceğini hissetmişti. Ancak bizi şibumi kavramıyla tanıştıran kitap maalesef daha fazlasını veremedi. Pek çok okurun beklediği gibi kavramın derinliğine inemedi. Şibumi kavramı eser boyunca denizin üzerinde kendi başlarına salınıp duran dubalar gibi hep yüzdeyde kaldı. Peki kitap ilk bölümde nasıl tanımlamıştı Şibumi’yi? Ve sonra neden kendisiyle çelişkiye düştü? Gelin o tanımlayıcı ifadelere bir göz atalım; “Bildiğin gibi şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün: O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse...nasıl söylemeli... Hakimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey.” (S.84) ------------------------ Uzakdoğu kültürünü işte bu yüzden çok seviyorum. Benim şu an yaptığım gibi lafı uzatmak yerine düşüncelerini/felsefelerini tek bir kavramın ya da küçük bir davranış biçiminin içine sığdırabiliyorlar:) Kavram zaten kendisini çok iyi ifade ettiği için tekrar detayına inmeyeceğim. Ancak kitabın kurgusunda bu kavramla çelişkiye düştüğünü düşündüğüm bir yaşam tarzının yansıtıldığını vurgulamak zorundayım... Terörist avcılığı(!) adı altında tamamen illegal bir şekilde kazandığı milyonlarca dolarla kendine 17. yüzyıldan kalma bir şato satın alan, bu şatoyu ‘şibumi öğretisi’ne uygun bir yaşam tarzını icra etme maksadıyla dilediği gibi dayayıp döşeyen, evin içine bahçeler ve havuzlar kuran, üzerine bir de aylarca seks dersleri alıp öğrendiklerini uygulamak için kendine bir cariye tutan birinin bu yaşam biçimi sizce yukarıda paylaştığım şibumi tanımını ne derece karşılıyor? Ben bu durumu biraz şuna benzettim... Bizde Yılmaz Erdoğan, Özgü Namal, Aslı Tandoğan gibi bazı ünlü simalar, güya metropol hayatından sıkılıp ‘doğal yaşam’ı tercih ettikleri için ya İstanbul yakınlarında İzmit, Sakarya civarlarında, ya da Muğla, Alaçatı, Köyceğiz gibi yerleşim yerlerinin yakınlarında gidip çiftlik evleri falan satın alırlar... Bu yeni doğal yaşamlarında(!) ya at üstünde gezerken, ya yöresel kıyafetler içinde hamur açarken bol bol Instagram’da fotoğraf paylaşırlar... Satın aldıkları çiftliklerdeki asıl ‘doğal’ işleri de yine maaşlı işçiler, köylüler yapar geri planda... Ancak biz şöyle okuruz gazete manşetlerini: “Yılmaz Erdoğan da şehirden kaçtı ve köy hayatını seçti”,”Hiçbir teknolojik alet kullanmadan yaşıyorlar”, “Kendi yetiştirdikleri sebzelerle besleniyorlar...” (Hiçbir teknolojik alet kullanmazlar ama nedense yılda 3-4 defa ‘yeni projeleri’ için İstanbul’a gelmekten de geri kalmazlar genelde...) İşte Nicholai Hel’in ‘şibumi’si, bu ünlülerimizin tamamen yapay bir zeminde süregelen doğal yaşamları gibidir biraz... Nihayetinde, “ifade dolu sessizlikleri” biraz fazla gürültülüdür... Bu uzun incelemeyi üşenmeyip buraya kadar okuyabilen birileri varsa haklarını helal etsinler lütfen:) Bir insandan alınabilecek en değerli varlığınızı yani zamanınızı aldım. Harcadığınız zamanın karşılığını umarım az da olsa verebilmişimdir... Herkese keyifli okumalar dilerim...
Şibumi
ŞibumiTrevanian · E Yayınları · 20228bin okunma
··1 alıntı·
1 artı 1'leme
·
7bin görüntüleme
Sultannn okurunun profil resmi
Hakkını helal eden biri olarak yorum yapmadan geçmek istemedim. İnsanları kitap okumak için arkadan iten dostlarının olması, belki de bu hayattaki en güzel şeylerden biri. Bu site bize bu anlamda çok şey kazandırıyor. Oku, oku diye teşvik ediyor adeta. Bu sayede kitaplığıma her gün yeni kitaplar ekliyorum. Kitaba gelecek olursam, kitabı okumadım ama, incelemenizden anladığım kadarıyla şibumi anlayışını kahramanımız kendine göre ayarlamış. Ben şibuminin en çok, anlayışlı ve alçakgönüllü olma felsefesini sevdim. Sanırım bu felsefeyi ülke olarak benimsememiz gerek. Zira anlayışlı olma konusunda çok yetersiziz. Benzetmeniz de çok yerinde. Ünlüler bir çok şeyi göstermelik yapıyor, hepsi olmasa da. Bu değerli incelemeniz için kaleminize sağlık.
Necip G. okurunun profil resmi
Sultan hanım çok teşekkür ederim, çok naziksiniz:) 2 yıldır bu sitedeyim ve 1k'nın hem bana hem de kitaplığıma kattıklarını saymakla bitiremem... Çok güzel dostluklar edindim, harika insanlar tanıdım. Yepyeni yazarlar, kitaplar keşfettim... Sosyal medya bu şekilde kullanıldığında gerçek anlamda 'sosyal' oluyor... Diğer örneklerle kıyasladığımızda aradaki farkı zaten çok net kavrayabiliyoruz... Bir tarafta küfür kıyamet, hakaret, kin, ahlaksızlık, şiddet, taciz; diğer tarafta birbirlerini okumaya teşvik eden, birbirinin hayatına zenginlik katan, kişisel gelişimlerimize katkıda bulunan insanlar... Kitapla ilgili olarak da, şibumi kavram olarak gerçekten çok güçlü bir kavram... Ancak alıntıda geçen ifade gibi keşfedilmesi gerekiyor... Kitabın ana karakteri yanlış bir keşif yapmış olabilir veya sizin dediğiniz gibi keşfini kişiselleştirmiş olabilir:) Burada herkesin yorumu farklı olabilir... Kitapta bize değer katan ise bu kavramla tanışmamız... Vakit ayırdığınız için tekrar teşekkür ederim... Keyifli okumalar dilerim...
2 sonraki yanıtı göster
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
Kitabı okuyalı 10 yılı geçti, Hell’in bizlere benzemeyişi, yaşsız bir adam olması, yetenekleri ve o şatosu kalmış aklımda bir de jilet:) Travenian anlattığı için Nikolai Hell’i biliyoruz yoksa insanların içinde tercihen değil. Bu kitabı okuduktan sonra mangallı açık havada piknik olayı bambaşka bir mana kazandı , tüm pikniklerime gölge düşürdü, ekmeğimin içindeki köfteye ya da pirzolaya vızıldayan her arı ve sinek de Hell bana şatosundan bakıyor gibi hissettim.:)
Necip G. okurunun profil resmi
Teşekkürler Gülcan hanım yorumunuz için. Hel umarım şatosundan etrafı izleyecek vakti bulmuştur. Malum, kendisi şatosunda bahçe düzenlemek, pahalı yemekler yemek, pahalı şaraplar içmek ve cariyesini mutlu etmek gibi (evet jilet tam buraya denk geliyor:) pek çok önemli işle meşgul... Şaka bir yana, sizi çok iyi anlıyorum. Kitabın ardından etrafa bakışımızda ve algılarımızda bir takım değişikliklerin kendini göstermesi kaçınılmaz... Keyifli okumalar dilerim...
2 sonraki yanıtı göster
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Çok defa duyduğum fakat henüz okumadığım bir kitap Şibumi. Her ne kadar incelemenizin girizgâhındaki deri kıyafetli motorlular biraz korkutmuş olsa da incelemenizi okumak keyifliydi. Bazı okumalar zaman alır, bazıları zaman öldürür, bazıları ise zaman katar. Incelemenizi okurken zaman kaybına veya katline uğradığımı hissetmedim :) Emeğinize sağlık.
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkürler Sümeyra Hanım vakit ayırdığınız için... Başta yazdıklarım işin şakası, gırgırıydı tabii ki... Eğer hem akıcı hem bilgi veren, hem de hızlı okunan bir kitaba ihtiyaç duyarsanız hiç tereddüt etmeden başlayabilirsiniz bu kitaba... Kitapların her okurda farklı bir etki bırakması zaten doğal bir durum... Zaman konusunda söyledikleriniz beni ayrıca mutlu etti... Keyifli okumalar dilerim...
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Mizah önemli bir unsur. Yazınıza renk katmış. Önerinizi dikkate alacağım, teşekkür ederim. Dipnot: Adım tam olarak Sümeyra. İsim konusunda biraz hassasım da :)
Necip G. okurunun profil resmi
:) Tamamen klavye azizliğine uğramışım Sümeyra hanım, kusuruma bakmayın lütfen. Düzelttim yorumda. Tekrar teşekkür ederim...
Bu yorum görüntülenemiyor
FatmaYıldız okurunun profil resmi
Kitabı okurken ve nihayetinde adını koyabildiğim ve koyamadığım beni ciddi anlamda rahatsız eden hislerim olmuştu. Edebi zevkine ve nitelikli okur olduğuna inandığım kimseler tarafından çok beğenilmiş olması bu konuda eleştiri yapma cesaretimi kırdı ve ben bu rahatsızlığı kendi anlama kabiliyetimin eksikliğine verip sessiz kalmayı yeğledim. Tuğba Hanımın incelemesine de mutlaka bakacağım. Kadının cinsel obje olarak gösterilmesi ve kitap içerisinde istisnasız tüm kadın karakterlerin vasat mesleki anlamda beceriksiz olması, kadının dünya üzerindeki yer ve kıymetinin ancak cinsellikteki kabiliyet ve becerileriyle değerlendirildiği ve sunulduğu bir edebi ürün olarak hafızamda yer aldı belki cinsiyetimden kaynaklanan bir savunma mekanızmasıyla bana katacağı diger tüm yararlı etkilerin üstü karanlık bir tülle örtüldü. Ben size bu inceleme için teşekkürlerimi sunuyorum kitabı tekrar güzel taraflarıyla da hatırlamama vesile olduğunuz için.
Necip G. okurunun profil resmi
Fatma hanım çok teşekkür ederim öncelikle vakit ayırdığınız için... Tuğba hanıma da yazdığım gibi, kişisel özelliklerimiz, cinsiyetimiz, hayattaki çeşitli ünvanlarımız hatta mesleğimiz bile okuma süreçlerinde etkili oluyor. Bu etki aynı kitap üzerinde farklı bakış açıları geliştiriyor. 1k ise bu fikir zenginliğini aynı çerçeve içerisinde görebilmemizi sağlayan bir platform hizmeti sunuyor. O yüzden eleştiri cesaretinizin kırılması sizden çok bize zarar veriyor aslında:) Farklı bir bakış açısından mahrum kalmış oluyoruz. Burada temel prensip şu olmalı bence: Her fikir değerlidir... Kadınlar konusunda yazdıklarınız zaten aynı fikirde olduğumuz konular. Belki Trevanian bugün yaşasaydı ve bu kitabı bugün yazıyor olsaydı kadınlara böyle bir rol biçmeyecekti eserinde. Benimkisi iyi niyetli bir tahmin sadece... Aradan geçen zamanda bu konuda bazı kazanımların elde edildiğini, bakış açısının pozitif yönde az da olsa değiştiğini kabul etmek lazım... Ancak kitap özelinde baktığımızda konu tam anlamıyla bir fecaat... Sizin de vurguladığınız gibi bir çuval inciri berabet edecek nitelikte... Tekrar teşekkür ederim değerli katkınız için... Selam ve sevgiler...
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Estağfurullah, kusur yok :)
Serkan Can okurunun profil resmi
Kitabı bugün bir arkadaşımın tavsiyesiyle aldım. Merakla okumaya başlayacağım AN’ı bekliyorum. Şunu söylemek istiyorum açıklamanız üzere: ŞİBUMİ’nin tanımı, onu sahiplenen ve çok zıt yaşayan bir karakter yazarın ironisi olabilir mi? Peki kitabı okuyan sen nasıl olurdun diye sormak gerekiyor sanırım. Sağlam ve zor bir soruya çıkardı yolumu içeriğiniz. Kitabı okuyunca üşenmezsem😬 yazacağım tekrar…
Necip G. okurunun profil resmi
Teşekkürler öncelikle. Ben kitabı okurken yazarın bu tip bir ironi yaptığı izlenimine kapılmadım. Buna dair bir işaret görmedim. Ancak farklı okumalar böyle bir ihtimali de ortaya çıkartabilir tabii ki. Şimdiden keyifli okumalar dilerim Serkan bey...
NigRa okurunun profil resmi
Necip abi duygularıma tercüman bir kitap incelemesi daha yazmışsın. :) Benim de bende tam olmadı hissettiğim şey o ikinci kısımdı kitapla ilgili. Böyle olunca biraz aldatılmış hissediyorum galiba. Katılamadığım yer birazcık Paul Auster benzetmesi çünkü tarz olarak ikisi çok başkalar bana göre. Son dönem doğal yaşam seçme trendine bir de içime döndüm, kendimi buldum söylemi eklendi. :) İlginç milletiz vesselam ne görürsek özeniyoruz. Batıdan sıkıldık şimdi Uzakdoğu'ya özenmeye başladık. Kalemine bereket.✌
1 önceki yanıtı göster
Necip G. okurunun profil resmi
Kevser çok teşekkür ederim öncelikle... Paul Auster konusu şöyle; ben Yanılsamalar Kitabı, Görünmeyen, Leviathan gibi birkaç kitabını okudum. Okuduğum kitapların merkezinde bir adam ve sürükleyici bir kurgu vardı. Ancak kitapları bir yerden sonra hep senaryo okur gibi okuduğumu farkettim. Yani bir yerden sonra Hollywood etkisine girmeye başlıyor kurgular. Sadece aksiyon şeklinde düşünme... Genel olarak böyle... O açıdan bakınca benzettim tarzlarını... Tuco kitabı okumakta geç kaldınız ifadene %100 katılıyorum. Kitaptaki pek çok detay günümüzde fazlasıyla tüketildi. Hatta karikatürüze oldu biraz. Ancak senin okuduğun dönemde bunlar çok değerli ve hiç işlenmemiş konulardı. Orhan Pamuk konusunda da yerim belli aslında:) Edebiyatçı kimliği dışında girdiği her yerde çuvallamış bir isim... Onu romancı kimliği dışında görmezden geliyorum. Memleket hakkındaki analizlerinin çoğu çöpten ibaret. Keşke kendini saklayabilse bu alanlarda... Ancak Nobel ona saçma sapan siyasi bir kimlik yükledi... Bunun sancısını yaşıyor... Edebi anlamda da Nobel öncesi ve sonrası diye ikiye ayırıyorum. Nobel öncesi romanlarını değerli buluyorum. Hem yayınevi değiştirmesi hem de Nobel alması yüzünden oradaki pastayı zamanında yiyebilmek için yeterince hazırlık yapamadığı kitaplar çıkarttı. Masumiyet Müzesi'ni yarıda bıraktım. Kırmızı Saçlı kadın felaketti. Zaten ona bir inceleme de yazmıştım... Yayınevi değiştirince de roman dışı 1-2 eser yazdı. Her başarılı yazar aynı zamanda başarılı bir sosyolog ya da siyaset bilimci ya da girişimci olmak zorunda değil. Tam tersi de geçerli tabii... Her alanda sözü dinlenir isimler de var... Ancak Orhan Pamuk o değil. Hayatını Nişantaşı'nda geçiren bir elitten çok fazla şey beklememek lazım:) Jack London konusunda ise nötrüm:) Sadece Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı romanlarının neredeyse birebir aynı olması beni biraz uzaklaştırmıştı ondan... Ancak hala okumak istediğim kitapları var... Tüm bunların dışında ikinize de çok seviyor ve değer veriyorum:) Nigra sayesinde Gabriel Garcia Marquez'in dünyasına bir girdim bir daha çıkamadım:) Tuco seni zaten söylemiyorum bile... Birbirimizin hayatına dokunan insanlarız... Bu güzel sohbet için ayrıca teşekkürler... Kocaman sevgiler...
2 sonraki yanıtı göster
Sezen B. okurunun profil resmi
Ben bu incelemeyi niye kaçırmışım diye düşünürken tarihe baktım, küçük oğlumun doğum gününe denk geldiğini fark ettim. Yoksa kaçmazdı :) Nicholai Hel’e sizin pencerenizden bakmak güzeldi. Emeğinize sağlık Necip Bey. :)
Necip G. okurunun profil resmi
Sezen hanım çok teşekkür ederim:) zamanı hiç önemli değil, vakit ayırmanız beni çok mutlu etti:) Yeni yaşı oğlunuza ve tüm ailenize güzellikler getirsin:) Sevgiler...
1 sonraki yanıtı göster
19 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.