İlmin ma’lûma tâbiiyeti hakkındaki delîl-i Kur’ânî, وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنْكُمْ (Muhammed, 47/31) ya’ni “Biz sizi imtihân ederiz, tâ ki sizden mücâhid olanları bilelim!” âyet-i kerîmesidir. Hakk’ın “Tâ ki biz bilelim [ حَتَّى نَعْلَمَ ]” kavli aslâ te’vîl edilemez. Bunu ancak mütekellimîn gibi tenzîh-i vehmî [m/23] sâhibleri te’vîl ederler; ve onlar vücûd-ı eşyâyı vücûd-ı vâhidin gayrı gördüklerinden, Hakk’ın ilmi ma’lûma tâbi’ olsa, Hak ilmini gayrdan ahzetmek lâzım gelir; bu da cehil ve acz olduğundan Hakk’a lâyık olmaz zannederler. Hâlbuki vücûd birdir: Bu keserât O’nun suver-i esmâiyyesinin zılâlidir; ve âyîneye mün’akis olan zılâl, şahs-ı muhâzînin sûretinden gayrı değildir. Binâenaleyh şahs-ı muhâzî, âyîneye nazar ettiği vakit, gördüğü sûretten kendisinde bir ilim peydâ oldukda, o, bu ilmi gayrdan ahzetmiş olmaz. Binâenaleyh mütekellimînin tevehhüm ettikleri gayriyet yoktur ki, Hakk’a cehil ve acz isnâdı lâzım gelsin. Bu ayniyet ve gayriyet mes’elesi mertebe-i şehâdet faslında îzâh olunacaktır.
Sayfa 23 - Yazma eserler kurumu