Nermin Yıldırım 2019’un mart ayında Camino de Santiago’nun Portekiz ayağının kıyı rotasını bir arkadaşı (romanda da aynı ismi taşıyan Ogo karakteri) ile beraber yürümeye başlar.
i.hizliresim.com/lnzjz0h.jpg
Sırtında bir çantayla taban teperek Portekiz’in Porto şehrinden İspanya’nın Santiago şehrine varır. Somut ve bariz özelliklerinin yanı sıra soyut ve muğlak manalar da taşıyan, ucu Şamanlara kadar dayanan, çağlar boyu farklı sebeplerle yürünmüş, kadim bir hac yoludur, bu. Otomobillerin birkaç saatte alabileceği mesafeyi 11 günde yürür, şişmiş tabanlarının acısına rağmen halinden memnundur... Dile kolay 280 kilometreyi hiçbir vasıta kullanmadan tabana kuvvet 419 bin 919 adım atarak tamamlar.
i.hizliresim.com/qg8yrwe.jpgi.hizliresim.com/hkfsbp2.jpg
(*Bu yürüyüş sonrası
Nermin Yıldırım Japonya’daki 1200 kilometrelik ‘Shikoku Budist Hac Yolu’nu da yürümeye niyetlenmiş, lakin pandemi nedeniyle ertelemek zorunda kalmış.)
Nermin Yıldırım‘ın bu yolculuğa çıkmadan önce böyle bir roman yazma fikri kafasında yoktur, yürüyüş esnasında notlar almaya başlar ve bu maceralı yolculuğunu bitirdikten bir süre sonra
Ev romanını yazmaya başlar.
Yazarımız şimdi bugünden bakınca, yolun fizikî koşullarının metne salt kurgusal manada girmediğini, ona tüm temeli şekillendiren bir perspektif ve kavrayış da kazandırdığını görür. Büyük kısmı bilinç akışı tekniğiyle yazılmış bir romandır, “Ev”. Fiziksel yolculuğun akışkan dinamikleri, içsel yolculuklara da sahne olan
Ev’in zaman-mekân düzlemine ve yer yer sayıklayan diline doğrudan sirayet eder. Bilhassa zaman geçişlerinde ve paralel hikâyelerin iç içe eriyişinde bu etkinin daha da belirgin olduğu görülür.
Nermin Yıldırım’a göre karakter inşası bir tür tanıklık ve temsiliyet teşebbüsüdür. Empati kurulmaya başlanıldığı anda, bir yanda karakterin damarlarında akarken, bir yandan da kendi dehlizlerinde yol almaya başlar, yazar… Karakterle birlikte ister istemez kendini de kazmaya, kazımaya başlar. Romanın doğasında vardır, bu kazı.
Nermin Yıldırım‘a göre… Hatta, bu süreç ona kirişleri, kolonları kontrol etme, kendi temeline inip bakma şansı ve belki de cesareti vermiştir.
Nermin Yıldırım‘ın bu romanında da önceki altı romanında olduğu gibi yine aile üzerinden ve bellek (unutma-hatırlama) temalı bir hikâye kurguladığı görmekteyiz. Bu yazarımız gibi aile temasını sıkça işleyen
Robert William Connell‘in “Roman karakterlerinin aile tarihini ve ilişkilerini neden bu denli merkeze alıyorsun?” sorusuna yanıtı
Toplumsal Cinsiyet ve İktidar kitabında şöyle geçiyor:
“Ailenin içi, tıpkı jeolojik katmanlar gibi birbiri üzerine yığılmış çok katmanlı bir ilişkiler sahnesidir. Başka hiçbir kurumda ilişkiler böylesine yaygın; temas esnasında böylesine yoğun; ekonomi, duygu, iktidar ve direniş örgüleri açısından böylesine sıkı değildir.”
Ayrıca, yazarın tabiriyle bu bir “sürüklenme” romanıdır. Zaman içinde, coğrafya içinde, zihin içinde, bilinçaltında sürüklenen bir karaktere şahit oluruz… Yazarımız, bugünü anlamak için geçmişe, bireyi anlamak için topluma baktığını, çaprazlama oradan oraya atlayarak bir puzzle’ın parçalarını tamamlamaya çalıştığını ifade ediyor.
Nermin Yıldırım’ın tabiriyle varoluşsal çıkmazlarımıza binaen yazılan
Ev romanı “Gece uzun sürdü.” cümlesiyle başlıyor; çünkü gecenin uzamasıyla ‘Seher’ geç geliyor; her yer karanlık, çözümsüz ve karmaşık…
Kitabın sonu ise “Gece bitti, sabah oluyor. Sabah ne güzel kelime.” cümlesiyle nihayete eriyor…
Ev romanı da birbiriyle dövüşen o iki cümle arasındaki ipe geriliyor. Yazarken tesadüfi kararlarla ilerlemeyen, aksine sürekli oyunlar kuran yazarımızın
Ev'de ve önceki romanlarında ilk cümleyle birlikte son cümleye de baktığınızda kısa bir hikâyecikle karşılaşırsınız. Kendi deyişiyle, “kısacık ama bir manada romanın yolculuğunu özetleyen. Esas roman, bu iki cümlenin arasıdır çünkü. Hayatın doğum ve ölüm arasında oluşu gibi. Aslolanın yolun başlangıcı yahut sonucu değil, yürünüşü olduğu gibi. İşte oyun dediğimiz şey, tam da o yürüyüşe dahildir.”
Seher’i bir yoldayken okuruz, bir terapi seansındayken… Zaman geçişlerinde ve geriye dönüşlerde Seher’in beş yaşından itibaren yaşadıklarına şahit olmaya, iç dünyasını tanımaya, onunla hemhal olmaya başlarız; öyle ki 35 senelik zaman zarfında kayda değer tüm hadiseler muntazam bir şekilde ve ustaca romanın içine nakşedilmiştir.
Anne ve babasından ayrı bir çocukluk geçiren Seher beş yaşındayken dedesinin ölümüyle aniden sarsılır; sonrasında onun için ‘Türkü türkü Türkiyem’ devri başlayıverir ve artık bir evin ferdi olma hissi sonsuza dek elinden alınıverir. Sahiplenemeyeceği kadar sık değişir, hayatındaki her şey… Akraba ve hısımlarının yanında büyüyünceye dek başını kaç çatının altına sokarsa soksun, nasıl el üstünde tutulursa tutulsun, bir ömür yakasını bırakmayacak evsizlik duygusu da hep peşi sıra gelecektir…
Bir taraftan ‘Paradise’ bataklığında çamur dövüşü yaparken okuruz Seher’i, sonrasında senaristliği döneminde cebi para, evi Boğaz manzarası, ismi itibar görürken de… İsmi aile senaristine çıkar, yazdıkları hep aile hikâyesidir, ana karakter daima dağılmış ya da fazlaca kenetlenmiş bir ailede yolunu arayan sersem sepelek biridir. Benzer falan değil, düpedüz aynı konuyu yazıyordur her defasında… Sonunda ‘Evi Yak’ dizisiyle jübilesini yapıp, Kader ile buluşmak için gizli planı dahilinde Santiago rotasını tamamladıktan sonra dünyanın sonu olarak tabir edilen yere Finisterra’ya gitmeye karar verir…
i.hizliresim.com/fv4ruqs.jpg
Bu arada, Seher’in romandaki personası ve alter egosu olarak gördüğü Çiğdem karakteri ve EMDR tekniğine de ayrı bir paragraf açmak lazım:
Seher aile sorunlarından kaynaklı arazlarının temeline inmeye çalışırken terapistinin uyguladığı EMDR tekniğiyle beden hafızası üzerinden ve fotoğraflar aracılığıyla çocukluğundaki duygulara dönerek, o günlere yeniden ve başka bir gözle bakıyor.
Zaten, geçmişle olan ilişkimizde "fayda gözetmek" akıllıcadır. Yani geçmiş, ‘şu ân’ımıza ve geleceğimize faydalı olduğu ölçüde işgal etmelidir iç dünyamızı. Bunun böyle olmadığı, geçmişe dair düşüncelerin bize faydadan çok zarar verdiği anları fark etmeye başlamak bu yolda ilk adımdır.
EMDR’ye göre rahatsızlıkların, olumsuz duygu, düşünce, davranış ve kişilik özelliklerinin arkasında uyum bozucu, işlev bozucu, işlenmeden ve izole bir şekilde depolanmış nahoş anılar yatar.
EMDR, bu tür izole anıların işlenmesini sağlayan fizyolojik temelli bir terapidir. Beynin zamanında yapamadığı işlemi yapmasını sağlar. Kilitli kalmış anı ile diğer anı ağları arasında ilişki kurulması, öğrenmenin sağlanarak bilginin adaptif bir şekilde depolanması mümkün olur. Danışan artık rahatsız olmaz ve anıyı yeni ve sağlıklı bir perspektiften görür.
EMDR terapisi ile sadece semptomlar ortadan kalkmaz. Yeni bakış açısının kazandırdığı pozitif inançlar ve olumlu duygular kişinin kendisine, ilişkilerine, dünyaya bakışını da olumlu yönde değiştirip kişisel gelişim sağlar.
(*Nermin Yıldırım bu romanı yazarken özellikle
Beden Kayıt Tutar kitabından faydalanmış.)
Önceki romanlarını okuyanlar hatırlayacaklardır mutlaka, normalde çok epigraf kullanan
Ev romanında hiç epigraf kullanmamış. Her şeyi her zamankinden daha sade, tecerrüt ederek yapmaya gayret etmiş. Fiziksel bir hac yolculuğu ile benliğin magmasına yol alan içsel yolculuğu, yani şahsi hac yolculuğunu ancak böyle yazabileceğini düşündüğü için tercihini bu yönde kullanarak epigrafsız bir şekilde romanını tamamlamış.
Tolstoy'a göre, duygu aktarımını doğru şekilde başaran her kitap, bir sanat eseridir. Ve bir yazarın samimiyeti; yani aktardığı duyguyu kendisinin ne derece kuvvetle duyduğu en önemli şeydir.
Nermin Yıldırım’ın da romanlarında o müthiş kurgusuyla, zarif üslubuyla, en çok da envai çeşit duygusuyla bunu fazlasıyla okuruna hissettirdiğini düşünüyorum.
Fuzuli’nin şair ve şiir hakkındaki beyanatını romana da uyarlarsak “bir derde binaen yazan”
Nermin Yıldırım’ın nasıl bu kadar okurlarına tesir ettiğini daha iyi anlamış oluruz:
“Dert, şairin(yazarın) sermayesidir. Şair(yazar) olmak için zevk ve safa lazımdır deme, dertten bahset ki, şiir(roman) yarışında müsabakayı kazanan derttir. Izdırabın doğurduğu şiir(roman) müessir olur."
Deniz Yüce Başarır‘a göre bu roman, yazarın önceki altı romanını “bir anlama kılavuzu” niteliğindedir.
Ev kendi başına bambaşka bir hikâye anlatan müstakil bir roman olsa da, ilk romandan bu yana süren yolculuğa şahitlik etmiş okurlar için bir çemberi kapayan bir yanının da var olduğunu söylüyor, yazarımız…
Çemberi kapayan unsurun da 444. sayfada karşımıza çıktığına şahit oluyoruz:
Unutma Beni Apartmanı
450. sayfada “Ben aile hikâyelerinden istifa ettim” diye cevap verir Seher. “Şu roman bir bitsin, o meselelerde finali yapacağım. Ama başka tema varsa ona varım. Aşk, seks, cinayet, hayalet, Allah ne verdiyse.” diye ekler…
Görülen o ki,
Nermin Yıldırım Seher karakterine bunu söyleterek bundan sonraki romanlarında temanın öncekilerden tamamen farklı olacağının mesajını veriyor.
Nermin Yıldırım ne yazarsa yazsın, okurları tarafından her daim iştahla ve keyifle okunacağı kanaatindeyim…
Bu incelemeyi nihayetlendirirken,
Modern bir önsöz gibi, akıcı, açıklayıcı, merak uyandıran bir kitap incelemesi olmuş. Yazarın kendisi de okusa eminim çok beğenir:) Emeklerinize sağlık...
Nermin Yıldırım ın bütün kitaplarını hayranlıkla okuyan biri olarak incelemenizin üzerine söyleyecek hiç bir söz bulamadım kaleminize ve görüşünüze sağlık 👏🏻