1872 aralığında, 5. Süvari Birliği’nden Binbaşı Brown kumandasındaki üç bölüğü, Rio Gila ve Salt River Apaçilerine karşı gönderdi. Özellikle, başında Tshunts isimli bir şefin bulunduğu, taşkın kabileyi etkisiz hâle getirmek istiyordu. İzlendiğini hisseden bu grup, kanyonun yamacındaki ulaşılması güç bir yere sığındı. Buraya açtıkları mağarayı
Celaena o ışığın sönmesine izin vermeyecekti.
Dünyayı o ışıkla dolduracaktı; kendi ışığıyla, kendisine bahşedilen o yeteneğin ışığıyla. Karanlığı aydınlığa çevirecekti, hem de öyle aydınlık olacaktı ki kaybolanlar, yaralananlar ya da ümitlerini kaybedenler o ışığa çekileceklerdi. Hâlâ karanlığın cehenneminde yaşayanlar için bir işaret ateşi. Bir canavarı yok etmek için gereken bir canavar değildi; ışıktı, karanlığı defedecek olan ışık.
Celaena korkmuyordu.
Dünyayı yeniden inşa edecekti; onlar için, görkemli ve asla terk etmeyeceği halkı için kuracaktı. Onlara hiç görülmemiş krallık verecekti. Bunun için son nefesine dek çabalaması gerekse de.
Celaena onların kraliçesiydi ve onlara tüm bunları eksiksizce verecekti.
Bir insanın doğasındaki en özgün şey, genellikle en umutsuz olandır. O yüzden yeni sistemler dünyaya, var olanla yaşamanın acısına katlanamayanlar tarafından getirilir.