Ey Türk ili! Viranhanelerinin enkazıyla mamureler süslenir. Sen nasıl bir ocaksın ki, soğumuş küllerinde ateşler gizlidir. Baykuşlarından bülbül sedası gelir... Ey Türk kadını! Irkında ne icazkâr bir feyz vardır ki, hem mevte asker yetiştirir, hem ebediyete hüner eriştirirsin!
"Ben dünyaya gelip gelebilecek en sefil insanım," diye duyurdu Lord Primus'a, atları nemli yulafla beslemek için durduklarında.
"Sen gençsin ve âşıksın," dedi Primus. "Senin durumundaki her genç adam dünyaya gelip gelebilecek en sefil genç adamdır."
Simyacı bir şişe açıp konuğunun bardağına kırmızı renkli bir sıvı koydu. Şaraptı ve ömrü boyunca hiç içmediği en güzel şaraplardan biri. Ama şarabı şeriat yasaklamıştı.
"Kötülük," dedi Simyacı, "insanın ağzından giren seyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır."
"Kızaran, gülen, dine inanan, savaş açan ve dudaklarıyla öpüşen tek hayvan, insandır," dedim. "Yani bir bakıma, ne kadar çok dudaktan öpüşürsen o kadar çok insansın demektir."
Sana kırıktım güya...
Değilmişim!
Çünkü kırılırsam biterdi.
Kırılana kadar bükülmek var ya...
Bükülü kalmak, asılı, havada.
Kırılana kadar bükülüyorum işte.
Can çekişe çekişe.
"Henüz soruna cevap vermedim," diyorum Lura'ya. "Madde nasıl yaratılır sorusuna."
Burlem gülüyor. "Yağmurlu bir öğleden sonrasında kafaya takmak için güzel bir muamma."