Hazreti Zeyneb(ra), Fetretü’l-Vahiy döneminde babasının çektiği sıkıntılara, vahyin gelmesine duyduğu özleme, korku ve endişelerine şahit olmakla kalmadı, bunların içinde birebir yaşadı. Babası için üzüldü, korkup endişelendi, belki de gizli gizli gözyaşı döktü.
Yine öyle bir zamandı. Kaygı ve korkularının içini kapladığı bir gündü. Endişeleri yüzüne öyle bir yansımıştı ki durumu fark eden Hazreti Fâtıma, ablasına yaklaştı. Yedi yaşında bir çocuktan beklenmeyecek bir şey sordu ablasına:
-Niye bu kadar çok üzülüyorsun? Bu ümmetin peygamberinin kızı olmak seni sevindirmiyor mu? Kardeşini yaşının çok ötesinde bir feraset ve zeka ile söylediği bu sözler, abla Hazreti Zeyneb’in yarasına merhem olmaya yetmişti. Gülerek kardeşinin başını okşadı.
-Elbette sevindirir ey Fâtıma. O hangi genç hanımı sevindirmez, ona şeref kazandırmaz ki, hem bundan öte bir şeref var mı? Ancak benim endişem kendimle ilgili değil, babamla ilgili. Dayımız Varaka bin Nevfel’in anneme söylediklerini hatırlayınca endişeleniyorum. O, anneme babamızın yalanlanacağını, işkenceye uğrayacağını, memleketinden çıkarılacağını söylemişti. Bütün bunlar aklıma geldikçe üzülmekten kendimi alamıyorum…
Kız kardeşler, hep birlikte annelerinin yanına giderek babalarıyla ilgili endişelerini anlattı, içlerini yakan kaygılarını paylaşarak dertleştiler…
Onlarla kendi çocukluğumuzu ve günümüz manzaralarını kıyasladığımızda ne kadar gereksiz ve boş kaygı ve dertlerimizin bizi bizden alıp üzüntü deryasına gark ettiği, yaratılış gayesinden uzaklaşıp isyana götürdüünü fark ediyor insan…