Altun silsile
30 – HABİBULLAH CAN-I CANAN (K.S.) Tarih: 1802-1860 Silsile-i Saadatın içinde adı, Habibullah Cân-ı Cânãn’dır. İsmi şerifleri, Ahmed Saîd Sahib (k.s.) tir. Silsile-i Saadatın 28. halkası Abdullah Dehlevî Hazretlerinin halifesi; 29. halkası Hâfız Ebu Saîd Hazretlerinin oğludur. Künyesi Ebü’l-Mekârim, lakabı Sirâc-ül-evliyâ idi. Müceddidî ve Serhendî nisbeti ile anılır. Nesebi, İmam-ı Rabbani Hazretlerine ve Hazret-i Ömer Efendimize dayanır. Bunun için Fârûkî denmiştir. 1217 (m.1802) senesi Rabî’ul-âhir ayında, Hindistan’da Rampûr şehrine bağlı Mustafaâbâd beldesinde dünyaya geldi. Yüksek babalarının terbiyeleri ile küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i hıfz ettiler. Babası, Hafız Ebû Saîd, Abdullâh Dehlevî Hazretlerinin hizmetlerinde bulundukları zaman, kendileri henüz 10 yaşında idi.
Çamlıca yayın eviKitabı okudu
Baş bir yana , leş bir yana)
Birgün, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” haz- retlerine, bir münâfık ile bir yehûdî, da’vâ ile geldiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri, da’vâlarını dinledi. Hak, yehûdînin lehinde çıkdı. O münâfık râzı olmayınca, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” o vakt, onlara: (Ey kişiler! Ömere varın, sizin da’vânızı görsün!) diye buyurdu. Onlar, haz- ret-i Ömere “radıyallahü teâlâ anh” geldiler. Neye geldiniz? de- di. Münâfık, bu yehûdî ile, da’vâm vardır, dedi. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, sâhib-i islâmiyyet var iken, ben bu da’vâyı, nasıl göreyim? Münâfık dedi ki: Biz Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”e vardık, da’vâyı yehûdîye hükm ey- ledi. Ben râzı olmadım! Hemen Ömer “radıyallahü anh” onlara siz bekleyin, ben da’vânızı, şimdi hâl edeyim dedi ve içeriye gitdi. Biraz sonra, eteğinin altında, bir satırla, bunların yanına geldi, satırı çekdiği gibi o münâfıkın kellesini uçurdu ve (Resûlullahın hükmüne râzı olmayanın hâli budur) dedi. İşte bundan dolayı, kendisine Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” denildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri, (Hak ile bâ- tılı ayırd edici, Ömerdir) buyurdu.
Reklam
‎ وَالَّذٖينَ مَعَهُ‎ maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hâssa ile ve en evvel vefat ederek yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık'ı gösterdiği gibi… اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ ile istikbalde küre-i arzın devletlerini fütuhatıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere sâıka gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer'i gösterir. Ve ‎ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ‎ ile istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken kemal-i merhamet ve şefkatinden İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefis ederek Kur'an okurken mazlumen şehit olmasını tercih eden Hazret-i Osman'ı da haber verdiği gibi… تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَ رِضْوَانًا saltanat ve hilafete kemal-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemal-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali'nin istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harpleriyle mes'ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlahî olduğunu haber veriyor.
Sayfa 35
Cennetle müjdelenmiş on kişidir. Bunlar, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül-Fârûk, Osmân bin Affân, Alî bin Ebû Tâlib, Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Talha, Zübeyr bin Avvâm, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Sa’îd bin Zeyd, Abdürrahmân bin Avf “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în.”