Edebiyatın gözden kaçan okurlar tarafından pek okunmayan bir türü, oyunlar. Fakat romanlarını ya da öykülerini okuduğumuz pek çok yazar, gayet başarılı oyunlara da tarihte imza attılar.
Tiyatro oyunu dediğimiz çok daha eski çağlara kadar götürebiliriz belki ama 16. yüzyılın sonunda ve 17. yüzyılın başlarında İngiliz yazar William
Yazınsal ve görsel metinlerde Meşum Kadın'ın izini sürmek, onun kendisi kadar büyüleyici bir deneyim. Bütün o iştaritu'lar, kulmaşitu'lar, menad'lar, siren'ler, Lilith'ler, Salome'ler, cadılar, Carmilla'lar, Ayesha'lar, kedi kadınlar, Hedda Gabler'ler imgelemimizi ele geçiriyor ve bize alternatif imgeler ve kadın olmanın farklı biçimlerini sunuyorlar. Tamam, çok mükemmel sayılmazlar, ama hiç kımse onların -en azından- çekici, ilginç ve yaratıcı olduklarını inkâr edemez. Öyleyse ben de kadehimi bütün o "meşum kadınlar"ın anısına kaldırıyor ve içtiğim şarabın da kankırmızı olmasına bilhassa dikkat ediyorum!
Mucizesiz hayat, çiçeksiz bahçeye benziyor, çocuksuz eve, meyvesiz ağaca, kuşsuz kafese, dikensiz güle, ağaçsız ormana benziyor. Bu düpedüz bu yavan yaşam insanları yavaş yavaş öldürüyor, düşlerini öldürüyor.
Hedda:
... Şu dünyada gönüllü olarak yapılan cesur bir hareketin mevcut olduğunu bilmek gibi ruhi bir kurtuluş, üzerine saf bir güzelliğin ışığı dökülen bir şey...
''Tıpkı babana benziyorsun. Eline para geçsin diye her türlü zorluğa katlanırsın, eline geçtiği anda da hemen parmakların arasından kayar gider; asla nereye verdiğini de bilmezsin.''
HELMER: Senin için gece gündüz çalışırım Nora.. Senin için her derde, her sıkıntıya katlanırım ama hiç kimse, sevdiği biri için namusu, onurunu feda edemez ki...
NORA: Bunu binlerce kadın yaptı!