Mucizesiz hayat, çiçeksiz bahçeye benziyor, çocuksuz eve, meyvesiz ağaca, kuşsuz kafese, dikensiz güle, ağaçsız ormana benziyor. Bu düpedüz bu yavan yaşam insanları yavaş yavaş öldürüyor, düşlerini öldürüyor.
Edebiyatın gözden kaçan okurlar tarafından pek okunmayan bir türü, oyunlar. Fakat romanlarını ya da öykülerini okuduğumuz pek çok yazar, gayet başarılı oyunlara da tarihte imza attılar.
Tiyatro oyunu dediğimiz çok daha eski çağlara kadar götürebiliriz belki ama 16. yüzyılın sonunda ve 17. yüzyılın başlarında İngiliz yazar William
Henrik Ibsen'in oyunundaki Hedda Gabler gibi, Vahşi Kadın da bir yandan dişlerini gıcırdatırken, bir yandan da "sıradan bir hayat” yaşayabilirmiş gibi davranır, ancak, her zaman ödenecek bir bedel vardır. Hedda sinsice tutkulu ve tehlikeli bir hayatın içine sızar, eski sevgilisiyle ve Ölümle oyun oynar. Dışarıdan bakıldığında şapkalar takmaktan ve kurumuş kocasının sıkıcı hayatına ilişkin dırdırlarına kulak vermekten hoşnutmuş gibi görünür. Bir kadın görünüşte nazik, hatta sinik olabilir, ama içten içe kanamaktadır.
Hedda:
... Şu dünyada gönüllü olarak yapılan cesur bir hareketin mevcut olduğunu bilmek gibi ruhi bir kurtuluş, üzerine saf bir güzelliğin ışığı dökülen bir şey...
''Tıpkı babana benziyorsun. Eline para geçsin diye her türlü zorluğa katlanırsın, eline geçtiği anda da hemen parmakların arasından kayar gider; asla nereye verdiğini de bilmezsin.''
HELMER: Senin için gece gündüz çalışırım Nora.. Senin için her derde, her sıkıntıya katlanırım ama hiç kimse, sevdiği biri için namusu, onurunu feda edemez ki...
NORA: Bunu binlerce kadın yaptı!