Bana şiir ısmarla, eylülü konuşalım.
youtu.be/vc3imEIfxUI 🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼 hayatımda ilk kez birisi bana " kendine çok dikkat et " dedi. anlamış onun kalbini taşıdığımı herhalde... rastgele, yürürken aklına geleyim sızlasın için... zaman sen olmayınca geçmiyor, sen olunca da yetmiyor... üşüyorsan söyle, seni bir kat daha seveyim. bak! papatya mevsimi geldi.
Dinlemiyorlar yüreğimin şarkısını oy
akşam hüznümün soluk aynası vurdukça yüreğime kanım oynaşır derinleşir acısı parmakuçlarımın kırmızı bir ölümü görmüş gibi kanarım. yoruldum
Reklam
Bir vakit var ki yarı yolda kalmış biri Yol arkadaşı tarafından bırakılmış yolun tam da orta yerinde Oysa yola beraber çıkmış , beraber durmuşlar aynı yola... Her ne kadar yol uzun ve ikisi de yorgun olsalar da... Sonra birgün şöyle bir söz duymuş yolda kalan , refüze olan... Sen Musa değildin Ben de Hızır değilim... Öyleyse yolun sonuna kadar gitmeye ve veya yola yol da olanlara dayanmaya mecburîyetimiz yoktur Lüzûm da yoktur... O an o sayha ile anlamış yolda kalan , bazı yollar yalnız yürünmeli Ne yâren ne refīk ne yardımcı ne yoldaş olmadan Çünkü hele ki günümüzde , ne Hızırlar mevcut ne de Musalar... 🌹Lâkin yol , o her dem bakî... 🍀
Her aşk kendi içinde yaşar Çaldığın kapı kapanır sonunda İçinde bir sen bulursun Büyümüş anlamış yorgun Ah aman aman küçüğüm Bu yol sana gidiyor Senin küçük baharında Unuttuğun birşey var Gelir geçer sokaklardan Sokaklara girer çıkar Mavi penceresinde gün Telaşlı rengarenk kuşlar Kanallarında birgün Düşlerine konar kalkar… cem adrian
Sığıntı Kuşu
akşam hüznümün soluk aynası vurdukça yüreğime kanım oynaşır derinleşir acısı parmak uçlarımın kırmızı bir ölümü görmüş gibi kanarım. yoruldum değiştirmekten kanını yüreğimin
Ertesi gün Cidde'den Mekke'ye hareket ettik. O günlerde, Cidde’yle Mekke arasında asfalt yol yok. Kum deryasında gidiyoruz. Vasita da, kasası tahtadan, “posta” derler bir kamyon... Onunla gidiliyor. Yanımızda epeyce eşya da vardı. Yükte hafif lüzumlu şeyleri almıştık. Birkaç bavul ve birkaç denk... Çamaşır , çarşaf... Altımıza sermek için halılar, kilimler... Havaleli olan yatak yorgan gibi şeyler yok... Bütün bunları Konya'dan Adana'ya, orada vize alamayınca İstanbul'a götürdük. Sonra İskenderiye, Kahire, Süveyş'ten Cidde'ye, oradan da Mekke'ye... Hamal filân da tutmuyor, hep kendimiz taşıyor, indirip yüklüyoruz. Çok meşakkatli, çileli bir yolculuk... Valide tereyağı ve peynir tuzlamış almış, kavurma da yapmış. Ama buzdolabı gibi şeyler yok. Bozulacak diye de korkuyoruz. İkindiden sonra yola çıktık. Sahilin rutubet alan bölgesinde kumlar biraz sıkı, araba bir zaman yürüdü. Ama daha sonra Mekke'ye doğru kum deryasına girince, sık sık saplanıp kalmaya başladı. Mehtaplı bir gece... Yolcular hep Ciddeli ve Mekkeli, bizden başka ihramlı yok... Şoför hergün gelip gidiyor. Yolları biliyor, ama o da bildiği halde kuma saplanıyor. Çünkü sabit bir yol yok. Kumlar yer değiştiriyor. Şoför seslenir: Yâ rukkâb, inzilû, sallû ala Muhammed... Düffu’u'es-seyyâra... Ey yolcular, inin kuma saplandık, arabayı itin, salavat getirin... Kamyondan ineriz, iteriz; yürür, bineriz. Az sonra tekrar: Yá rukkab inzilû... Böyle böyle yetmiş beş kilometrelik yolu yedi saatte aldık.
Sayfa 253Kitabı okudu
Reklam
498 öğeden 211 ile 220 arasındakiler gösteriliyor.