Yalnızlık denilince akla hemen ‘tek başına’ olma hali gelir. ‘Tek başınalık’ kemale ermiş bir yalnızlıktır. Kalbinin ritmine ayak uydurduğun, hayal gücünün sınırları olmayan topraklarında gezindiğin, kendi iç dünyanda seyahat edebildiğin bir serüvendir. Fatih’e yatağının dahi bozulmadığı gecelerde fetihler kazandıracak planlar yapmanın adıdır yalnızlık.
Kişinin kendini tanıma sürecinde sıkça başvurduğu, ‘neyim, kimim’ sorularının cevaplarını bulmaya çalıştığı bir haldir. Aslında kişinin kendi Hira’sına çekilmesidir. Ve hepsinden ziyade bir Peygamber sünnetidir.
Tabi bir de kalabalıkların arasında yalnız olma hali vardır.
Edip Cansever’in dediği gibi “Bakmayın etrafımda çok insan dolandığına, sırılsıklam yalnızım aslında”. Muhtemelen şair de aynı yalnızlığı hissetmiş ve belli ki bu gönlüne ağır gelmiş. Zaten yaşanmayan hiçbir duygu dilden böylesine çıkıp gönüllere akmaz, okuyanın içini burkmazdı. Nitekim aynı yalnızlığı
Cahit Zarifoğlu da yaşamış olmalı ki, onun dilinden de ‘bazılarının yalnızlığı bir şehir kadar kalabalıktır’ dizeleri dökülmüş.
Kim bilir belki de gönüle ağır gelen bir yalnızlığı içi dopdolu bir tek başına olma haline dönüştürmek kişinin kendi elindedir.
Los Angeles'ta bir marketten alışveriş yaptım. Kasiyer kimlik sordu. Türk ehliyetimi gösterdim. "Haa siz Türk" sünüz. Midnight Express'i izledim, faşistsiniz. " dedi. Ben de dedim ki :" Ben de Hiroşima'daki atom bombasını izledim. Film değil gerçekti. "