Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ömer Öfkesinde

Ömer Öfkesinde
@ibdadiyalektigi
İslâm'a Muhatap Anlayıș "Meselelerin, meselenin istediği şuur seviyesinde ele alınması gerekir." Romantik İslâm karșıtı.
Bu gerçekleri henüz görememiş veya görmesine imkan bırakılmamış olan geri kalmış toplumların çoğu ise bugün istismarcı ileri toplumlar tarafından midelerinden yakalanmış ve eli kolu bağlanmış durumdadırlar. Bunlar en hayati ihtiyaçlarını uzaktan karşılama ve kendi üretim güçlerini ise diğer toplumların zevk maddelerinin karşılanması için seferber etme olanağı içinde bulunuyorlar. Temel ihtiyaçlarının başkalarının elinde ve kendi ürettikleri mahsullerin ise insanın tali ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte oluşu dolayısıyla, fiyat politikası bakımından kolay kontrol edilebilmesi, esasen sermaye birikiminin mahdut oluşu dolayısıyla bunların uzaktan kontrol edilebilen gerçek sömürgeler haline gelmesine yardım etmiş oluyor.
Reklam
Fikri tespit etmek için örnek basitleştirilecek olursa o zaman bu geri kalmış toplumu biz, yiyeceği zengin komşusu tarafından gönderilen ve buna karşılık zengin komşusunun vazosu için nadide çiçekler yetiştirmek ve borcunu bu suretle ödemek çabası içinde bir aileye benzetebiliriz. Bu aile zengin komşu tarafından nasıl olsa sömürülecek ve istismar edilebilecektir. Çünkü fakir komşu yiyecek için zengin komşunun kapısını günde üç defa çalmaya, eğer karnı doymazsa daha da istemeye mecburdur. Halbuki zengin komşu vazosuna koyacağı çiçekler için isterse, fakir komşuyu yıllarca aramaz. Çiçeklerini beğenir veya beğenmez. Ona karşı haşin ve imalı davranışlarda bulunur. Ekmeğini keserim diye tehdit eder. Korkutur. Bu takdirde fakir komşu nadide çiçeklerini yiyip karnını doyuramayacağı için, zengin komşu ile hoş geçinmek ve gereken tavizleri ona tanıyarak iyi komşuluk münasebetlerini muhafazaya çalışmaktan başka bir şey yapamayacaktır. Fakir komşunun bu dolaylı baskıdan kurtulması için yapacağı şey, çiçek yetiştirmekten vazgeçip, bahçesinde buğday ve patates, kümesinde tavuk yetiştirmesi ve bir miktar çiçekle de zengin komşunun kaprislerini karşılamaya çalışması olabilir amma, geri kalmış memleketlerin çoğu bu gerçeği henüz görememekte veya yeni yeni görmektedirler.
Geri kalmış toplumlar bir yardım görme ve yardım alma yarışına girip caddelerini asfaltlamaya, sulama, tarım, endüstri planları hazırlayarak, bunu finanse edenlerin uzmanları ile ayaklarına kadar geldikleri günlerin mutluluğunu safça paylaşmaya, turistik otellerde yabancılarla kadeh tokuşturup anlaşmalar imzalamaya başladıkları zaman olup biteceklerin hiç farkında değildiler. Bugün ise ne taraftan gelirse gelsin yardımların ve yabancı uzmanların arkasında bir şeylerin gizli olduğunu sezinlemeye başlamış ve bunun tartışmalarını yapmaya koyulmuş bulunuyorlar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yiyecek maddesini bir araç gibi kullanarak, Batılı ekonomi düzeni içinde bilinçlenmiş toplumları sömürme Amerika’nın tekeli altında bir metot değildir. Bu usuller daha önceleri İngilizler, Almanlar ve Fransızlar tarafından başta Hindistan olmak üzere birçok toplum üzerinde denenmiş ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Bugün Birleşik Amerika’nın metotlarını daha da geliştirdiğini ve dost olarak girdiği ülkelerde yardım misyonları ve uzmanlar yardımı ile sermayeyi ve gıda maddelerini kullanarak amaçlarına kolayca ulaştığını görüyoruz. Bir örnek olarak alınan ve yaşantılarımıza mal olduğu için kolayca işleyebildiğimiz Amerika misali, teferruatı farklı ve esasta benzer olan usullerle Rusya tarafından komünist ülkelerde uygulanmaktadır. Bu iki bloktan birine ilişmemiş ve bazen biri ve bazen bir diğeri ile ilişkiler kurarak ayakta duran geri toplumlar ise her iki düzenin de sömürgesi olmaktan kurtulamamış bulunuyorlar.
40 yıl sonra, Türkiye’de değişen birşeyin olmadığını görmek kahredici. Yabancı bankaların ipotekli kredileriyle üretim araçlarını kaybeden, giderek artan girdi fiyatları nedeniyle üretim yapamayan, üretimden bağlantısız doğrudan desteklerle üretimden koparılan; yoksullaştırılan, bağımlılaştırılan, istismar edilen bir köylü tipolojisi. Tohumdan gübreye, ilaca kadar bağımlılaşan bir girdi yapısı. Özelleşetirmeler ve küçülmelerle kamunun tarımdan çekilişi, Anadolu köylüsünün yabancı şirketlerin adeta esiri haline getirilişi. Rant uğruna biyoçeşitliliğin ve tarım topraklarının katledilmesi, genetiği değiştirilmiş tarım ürünlerinin yıllardır ülkeye kontrolsüz girişi, şimdide GDO’lu ürünlerin temiz topraklarımıza ekilme çabaları. Kır ve kent yoksulu milyonlarca yurttaşımızın yeterli ve dengeli beslenmeden uzak bir yaşam sürmesi...
Reklam
Ne kadar benzer şeyler yaşanmış, ne kadar benzer sorunlarla karşılaşılmıştı. Zeytinyağı cenneti olan Türkiye’ye margarin yağlarını sokmak için çalışan lobiler, margarin yağlarını öven sözde bilim insanları. Yerli çeşitlerimizi yok eden bir tohum hegomonyasının kurulma süreçleri. Türkiye’nin tarımda bağımlılaştırılması, insanlarının kobay yerine konulması. İyi beslenemeyen, sağlığını kaybeden bir toplum... Bütün bunları halka anlatmaya çalışanların karşılaştıkları saldırgan tutumlar...
“2007’de ürettiğimiz buğday 17.3 milyon ton, 2008’de 17.8 milyon tondur. Türkiye’nin kendine yeterli olabilmesi için en az 18.5 milyon ton buğday üretmesi gerekiyor. Yalnızca bu yılki buğday ithalatı 1.5 milyon ton. 2008’de tarımsal dış ticaret açığımız 2.3 milyar dolar. En az 20 milyon insanımız günde bir doların altında parayla karnını doyurmaya çalışıyor. 1999’da 9 milyon olan tarım istihdamı bugün 5.6 milyona düştü. Bu kadar insan, şehirlerin varoşlarına yığıldı ve yoksullaştırılıp bağımlılaştırılarak her türlü istismara açık yeni bir siyaset projesinin aracı haline dönüştürüldü”
“Bu yıl yabancıdan borçlanarak 850 bin ton buğday satın alacak ve eğer doyurabilirsek karnımızı bununla doyuracağız. Geçen yıl 350 bin ton buğdayı satın alabilmek için 40 yıl vadeli bir borç senedi imzalamıştık. Bugün yediğimiz ekmeğin parasını, torunlarımız ödeyecek ve bize hayır dua etmeyeceklerdir. İlkokullarımızdaki yavrularımızdan sonra ortaokullar ve liselerdeki yavrularımız, işçilerimiz, köylülerimiz de FAO aracılığı ile Türkiye’ye verilen üretim artığı kalitesiz besinlerle beslenecekler."
Ve başka bir İslâm büyüğü... İnsanın, Allah'a muhtaç olduğunu bildiren ayetin tefsirinde şöyle buyurdu : -"İnsanoğlu Allah'a muhtaçtır. Allah, ezeli ilmiyle bildi ki, insan, beşeriyeti gereğince, su, ekmek vesair dünya sebeplerine ihtiyaç halindedir. Bu bakımdan her neye muhtaç olursa bu ihtiyacın hakikati, Allah'a muhtaç olmaktan başka bir şey değildir... Bu hikmetin ihtarı!"
İnsan Memuriyeti
Allah bu yeryüzünü ve istihsal sahalarını hikmetle yaratmıştır ; mamur, semereli ve faydalı kılınması hikmetiyle... Eğer halk dünya mamurluğundan ne fayda erișeceğini ve yeryüzünü kupkuru bırakmaktan ne günah doğacağını bilseydi, gayesini ve vücut hikmetini tamamiyle anlamış olurdu. Toprağından bin batman mahsul çıkacak bir insan, eğer ihmâl ve isteksizlik yüzünden dokuz yüz batman mal elde edecek olur ve aradaki yüz batman fark insanların istifadesinden uzak kalırsa biliriz ki, bunun hesabı kendinden sorulacaktır.
Reklam
Yaşadığımız dünyada sözlerin teminatı yok, çünkü sözlerin bizi insan ettiği veya insanlıktan çıkardığı konusunda bilgilerimizi kaybettik ve kaybetmekteyiz. Kaldı ki insan kalmak, insan vasıflarına hassasiyet göstermek anlamlı şeyler midir günümüzde?
Eğer bizi kuşatan yaşama şartlarının meșrû olduğunu kabul edecek olursak kendimizi kâfirlerden ayıracak özelliklerimizi kaybedeceğiz. Eğer rahatımız müslüman olmayanların rahatlık duyduğu yerlerde bulunuyor, müslüman olmayanların rahatsız olduğu hususlar bizim de rahatsızlığımızın kaynağı ise onların "necis" olduğunu söylemek bize düşmez artık. Öte yandan bizi kuşatan yaşama şartlarının meșrûiyetini reddersek ayağımızı basabileceğimiz sağlam bir zemin bulmakta zorluk çekiyoruz. Bize müslüman olarak bir davranış alanı bırakılmamıș sanki. Evet dersek kendimizi küçülmüş hissediyoruz. Hayır dersek bizi küçük düșürüyorlar. Boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor.
Millete lâf anlatamam. Kaç kişiysek, millete lâf anlatamayacağız. Milletin dinle, diyanetle bir derdi yok. Herkes geçim derdiyle meşgul. İnsanlar başlarını gözlerine kestirdikleri şeylere para yetiştirme endişesinden alamıyor. Türkiye’deki en etkin ve yaygın din “geçim derdi dini”. Globalizmin, küreselliğin dayattığı moda artık bu. Bundan başkası fasarya. Geçim derdi dininin en bilinen ibadet şekli “şimdilik böyle” veya “bugünlerde böyle” tarzında tezahür ediyor. İsmet Özel, 03 Kasım 2012
Müslümanlar arasında henüz kabul görmemiş anlayış kendilerinin diğer müslümanların sorumluluğunu omuzlamaya görevli olup olmadıkları hususudur. Modern hayat ve dünyanın şimdiki durumu hepimize sorumluluklardan kaçmak için birçok fırsat veriyor. İlk kaçamak kendi gücümüzün önemli işleri başarmaya yetmeyeceği inancında beliriyor. Hâlbuki gücümüzün yettiği kadarını başarmak yeterince önemlidir. Biz yapabileceğimizi yapmaktan kaçmak için kendimize varamayacağımız hedefler seçiyoruz. İkinci kaçamağımız sorumlulukları mensup olduğumuz gruba, çevreye, yapıya yıkmaktır. Bu da birinci kaçamağımızın tersine kendimizi gücümüzün altında yükümlülüklerle karşı karşıya bırakarak hayatî davranışları başkasından beklemek tarzında tezahür ediyor. Ve nihayet belli başlı kaçamaklarımızın üçüncüsü beynelminel İslâmî hareketlerin bize düşen sorumluluğu yerine getireceklerini umduğumuz zaman karşımıza çıkar. Kaçamaklarımızın en netamelisi budur. Zira bu, günümüz dünyasından medet ummaktan başka bir anlam taşımaz.
Ben bu kitabı hassasiyetle yürüttüğüm "alçalmama" faaliyetim böyle icap ettirdiği için yazdım. Benim bu kitabı yazdığım zaman parçası içinde Müslümanlık taslayan niceleri kâfirlerin gözdesi olmaya heveslenir imiş.
440 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.