Tolstoy, İvan İlyiç üzerinden bireyin hırslarını, makam düşkünlüğünü ve bozulan ahlak düzenini anlatmamış sadece. İnsanın tercih ettiği hayatın belki de hakikaten yaşamadığı hayat olabileceğidir aynı zamanda anlatmak istediği. Ölüm, kaçınılmaz son. Sıradan, basit ancak bir onlardan da ürkütücü bir hayatın pençesinde çırpınıyor İvan. O, ölümün kucağında sallanıyor fakat en yakınları eşi, dostu, sevdikleri ise onun ardından elde edeceği makamın mevkinin peşinde debeleniyor. Tolstoy, ne anlatmamış ki İvan üzerinden: kaybolan insanlık, içinden çıkamadığınız anlar, çaresizliğimiz, umut-umutsuzluk çarkında dönüp durmamız, hırslarımız... ve daha birçok şey. İvan, işini iyi yapan bir mahkeme üyesi. Adil, herkesin işini çözmeye çalışan biri. Hayat ona istediği gibi bir hayatı yaşamasına fırsat vermemiş ne yazık ki. Genç yaşta, ardında iki evladını ve eşini bırakıp gideceği bir hastalığa düçar olur ve o hastalığın pençesinde çırpınır durur. Nihayet hakikat kapısını çalar. Ömür bir solukta yitip gider. Bir gün ona bakıp ibret almayanların başına da bu gerçek gelecektir ancak kimse henüz bunun farkında değildir. İvan bir sembol, onun nazarında okuyan herkes kendine bir şey muhakkak katacaktır. Hepimizin etrafında dönüp duran bu gerçekleri kim inkar edebilir ki...