Kürtçenin en fazla konuşulduğu iller
Hakkâri %88
Van %76,6
Diyarbakır %72,6
Mardin %66,4
Muş %64
Bitlis %62,4
Ağrı %60
Bingöl %56,5
Elazığ %52,9 şeklindedir.
Türk Asrı kabul edilen 16.yy’da bile Osmanlı eserinde Türkler, “akılsız, eşek, ilkel” suçlamalarına muhatap olmuştur. Devlet, Türkmenleri “yörük, Abdal, , Kürt, Alevi, Rafızi” gibi adlandırmalarla aşağılamaya çalışmıştır.
Kur’an’ımızın Tevbe suresi 100. âyetine bakalım:
‘Muhacir ve Ensardan İslam’a ilk girenler ile bunların yolunu samimiyetle izleyenlerden Allah razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır ve Allah onlara içinde ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Orada ebediyen kalacaklardır. En büyük bahtiyarlık işte budur.’
Bu âyet, ana hatları ile şu
Tarihi kişiler ve devletler, yaşadıkları devirle değerlendirilir. Tarihe bugünün ölçüleri ve değerleriyle bakmak hem yanlış hem tarih ilmine aykırıdır. Olsa olsa siyasi bir bakış olur bu: Yanılma ve yanıltmaya dönük siyasi bir bakış...
Hüseyin Nihal Atsız'dan, Ötüken Dergisi Nisan/1967'deki bir yazısı
"Türk topraklarında yaşayan herkes Türk değildir. Kürtler Türk veya Turanlı değildir. Buz gibi İranlıdır. Konuştukları dil bozuk, ilkel bir Farsçadır. Tipleri de öyle. Aralarına karışmış az sayıda Türklerin bulunması veya dillerindeki kelimelerden çoğunun Türkçe olması bu gerçeği değiştirmez. 900 yıllık Türk egemenliğinin Kürtçeye doldurduğu Türkçe kelimeler onları Türk yapmaz. Dilin hangi aileden olduğu kelimeleriyle değil yapısıyla ölçülür. Bu bakımdan Kürtler batı dağlarında kalmış bir takım Farslılardır. Zaten birbirince anlaşılmayan 4-5 ağızla konuşulan ve kendilerini Kırmanço ve Zaza diye iki gruba ayıran bu toplulukları Kürt diye birleştiren bizleriz. Türk, en azından 23 yüzyıllık bir kültürün, teşkilatın, bağımsız devletin mirasçısı idi. Kürtler neydi? Daha ortada bir dilleri bile olmayan bu devletsiz, kültürsüz, mazisiz kalabalık, cihan devleti kurmuş Türkle aşık mı atacaktı? Kürtler millet değildi. Farsın ilkel ve dağlık kolu idi. Düpedüz adi eşkıyalar, katiller, hırsızlar... Türk milletinin başını belaya sokmadan, kendileri de yok olmadan çekilip gitsinler. Nereye mi? Gönülleri nereyi çekerse, gözleri nereyi görürse oraya gitsinler. İran'a, Pakistan'a, Hindistan'a, Barzani'ye gitsinler..." (Mustafa Coșturoğlu: Sosyal Şizofreni ve Atatürk, s. 268-269)