ATSIZ'DA DİL VE EDEBİYAT Dil: Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olan ve bitirme tezini, Osmanlı döneminde sade Türkçe akımının öncülerinden Edirneli Nazmi'nin Dîvân-ı Türkî-i Basît'i üzerinde yapan Atsız'ın dil konusundan uzak kalmayacağı ve bu konuya sık sık temas edeceği açıktır. Onun, Türkçe konusundaki düşüncelerine
ATSIZ'DA TURAN TURANCILIK: Türkçülüğün ikinci kanadı Turancılıktır. Irkçılık, Türkçülüğün "iç davası", Turancılık ise "dış davası"dır. Atsız'a göre Turancılık "Türk Birliği"dir. Daha 1934 yılında yazdığı "Yirminci Asırda Türk Meselesi” başlıklı yazının birincisi "Türk Birliği" adını taşır. Ona
Reklam
Sokratesin savunması
"Duyduğuma göre kentimizde paroslu bir bilge yaşıyormuş. Bir keresinde, sofistlere diğer herkesin ödediği miktarın toplamından daha fazla para harcayan biriyle, hipponikos'un oğlu kallias'la karşılaştım. Ona iki oğlu olduğu için şu soruyu sormuştum: ‘kallias, senin iki oğlun değil de iki tayın ya da iki buzağın olsaydı, onları yetiştirmek ve doğalarına göre en iyi hâle getirmek üzere bir bakıcı tutar, maaşa bağlardık. Bu bakıcı, ya bir seyis ya da bir çiftçi olurdu. Ama çocukların insan olduğuna göre, onlara bakmak için kimi tutmayı düşünüyorsun? İnsanlara ve yurttaşlara özgü erdemin bilgisine kim sahip olabilir? Oğulların olduğuna göre bu konuyu düşünmüş olman gerekir. Herhangi birini buldun mu yoksa bulamadın mı? ’buldum tabii, ’ diye yanıt verdi. ‘kimmiş, nereli ve ders için ne ücret alıyor? ’ ‘euenos’ dedi, ‘paroslu ve ücret olarak beş mna alıyor Sokrates. ’ bunun üzerine, bu zanaatı bildiği ve bu kadar iyi ders verebildiği için euenos'a gıpta ettim. Ben de bu zanaatı bilsem gurur duyar, kibirlenirdim. Ancak [maalesef] bilmiyorum atinalılar.
Sayfa 34 - Kültür yayınevi çevirmen hasan ali yücelKitabı okudu
Nahl suresi
35. Allah'a inanmakla birlikte, birtakım sahte ilâhları itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek veya makâm, şöhret, servet ve benzeri değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek Allah'a ortak koşanlar, günahlarını mazur gösterebilmek için diyorlar ki: "Eğer Allah dileseydi irâdemizi elimizden alırdı, böylece ne biz, ne de atalarımız O'ndan başkasına kulluk etmez, O'nun hükmüne aykırı olarak hiçbir şeyi yasaklamazdık! Madem ki bunları yapıyoruz, demek ki Allah buna izin vermiştir." Aslında buraya kadar söyledikleri doğru. Fakat buradan yola çıkarak vardıkları sonuç yanlış: "O hâlde, yaptıklarımız O'nun rızasına uygundur. Öyle ya, Allah bizzat kendisinin izin verdiği şeyi niçin yasaklasın?" Evet, gerçekten de Allah, imtihân hikmeti gereğince insana akıl ve irâde vermiş ve yaptığı kötülüklere derhal müdahale etmeyerek bunları yapmasına izin vermiştir. Fakat Allah'ın bir şeye izin vermesi, ondan razı olduğu anlamına gelmez. O'nun razı olduğu şeyleri öğrenmek için "nelere izin verdiğine" değil, "neleri emrettiğine" bakmak gerekir. Fakat inkârcılar, bunları bile bile hakîkati çarpıtıyorlar. Onlardan önceki zâlimler de buna benzer saçma gerekçelerle insan irâdesini yok sayarak aynı şekilde davranmış ve sonunda azabımızı tatmışlardı! Göz göre göre saçma bahaneler uyduran bu insanlara karşı elçilerin görevi, hakîkati onlara açıkça duyurmaktan başka ne olabilir ki!
İnsanlara "insan" olarak bakmak gerekir. Hangi ırktan, hangi renkten ve hangi "din"den olurlarsa olsunlar.
İnsanlara “ insan “ olarak bakmak gerekir. Hangi ırktan , hangi renkten ve hangi “din”den olurlarsa olsunlar ya da hiçbir dinden olmasınlar.
Sayfa 240Kitabı okudu
Reklam
59 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.