“bu arada bir genç donuna kadar soyunmuş, denize atlayıp, intihar girişimcimizi sudan çıkarmıştı, genç, o günkü yevmiyesini alıp izinle ödüllendirildi, adam suya kaza ile düştüğünü söylemişti ama ayakkabılarını ve çoraplarını neden çıkardığını izah edemedi, bir daha görmedim onu. belki o gece kafasına koyduğu işi bitirmişti, bir insanı neyin yiyip bitirdiğini asla bilemezsiniz, belli bir kafa durumuna gelmişseniz en basit şeyler bile korkunç problemlere dönüşebilirler ve en kötü endişe/korku/acı yorgunluğu, açıklayamadığın, anlayamadığın, aklına bile gelmeyendir, üstünüze metal bir levha gibi yığılır ve ondan kurtuluş yoktur, saatte 25 dolar vermeye razı olsanız bile, biliyorum, intihar mı?”
“bu tuhaf bir akşamdan kalmalık olmaya başladı, ama intihardan söz etmek intihar etmekten çok daha iyidir, veya öyle midir? son birayı içiyorum, yerdeki radyoda Japon müziği çalıyor, şimdi telefon çaldı, şehirlerarası, sarhoşun biri, New York’tan. ”
“dinle moruk,” diyor, “elli senede bir, bir Bukowski çıkarsa, ben bu işi kıvırırım.” bunun tadına varma izni veriyorum kendime, işime yaramasına, çünkü gökyüzüm çok kara, ustura-ucu havasındayım. “içtiğimiz o geceleri hatırlıyor musun moruk?” diye soruyor, “evet, hatırlıyorum,” “bu ara ne yapıyorsun, yazıyor musun hâlâ?” “evet, intihar üstüne yazıyordum şimdi.” “intihar mı?” “evet, yeni bir gazeteye köşe yazısı gibi bir şeyler yazıyorum, yeni bir gazete, OPEN CITY.” “bu intihar yazısını basacaklar mı?” “bilmiyorum.” biraz daha konuşuyor ve kapatıyoruz, ne akşamdan kalmalık, ne köşe yazısı!”