Hani bazı kitaplar vardır; Onları okurken çok acele işimizi bile geciktiririz, onları kenara atar gözlerimizi yine satırların arasında gezdirmeye devam ederiz. O kadar içine çeker ki orada yazılanlar, ruhumuzu, düşüncelerimizi ve duygularımızı esir alır. O an, o kitabı ilk sayfadan son sayfanın kapağını kapatana kadar geçen o çok güzel bir an... Roman bittiğindeyse şöyle bir kalır, düşünürüz. Gözlerimiz tavana dikilir, bedenimiz hafif titrer, henüz onun etkisinden çıkamazsınız. İşte ben ''SABAHATTİN ALİ'' nin etkisinden kesinlikle eminim ki hayatım boyunca çıkamayacağım.
Aşk romanlarını sevmem. Okurken sıkılırım fakat bu roman aşk değil, hayatın acımasızlıklarını, eşitsizliğini, yalnız kalmanın bedelini, kendini diğer tüm insanlardan ayrı, acı dolu ve köpek kadar yalnız hissetmenin bedene yayılımını okurun yüzüne sonuna kadar bağıran bir romandır.
Hamdi`nin makam, mevki etkeniyle kendini insanlardan üstün sayıp, kibre büründüğünü mü? Raif Efendi`nin görünenin arkasında, en basit insanda bile insanı şaşırtacak olan bir sürü meselenin var olduğunu mu? Maria`nın güzelliğini mi? Gerçek aşkı ararken aslında kendini yiyip bitirmesini mi? Hikâyenin sonuna hiç tahmin edemeyeceğim şekilde; -2.kez okumama rağmen- benim gözlerimi dolduran küçük bir kız çocuğunun var olmasını mı? Neyi anlatmalı?
Sevgi arıyorsanız, ruh eşinizi arıyorsanız, gerçekten herhangi bir gönüle dokunmak istiyorsanız bu romanı kesinlikle okuyunuz! Kesinlikle... Beni en çok etkileyen cümle ise şuydu;
''Ben onlar için neyim ki? Hiçbir şeyim... Daima hiçbir şeydim...''
10/10