"Avrupa’da her yıl yayımlanan elli bin kitabı açın, neden bahsediyorlar? Mutlu olmaktan. Bir kadın bir erkek istiyor ya da zengin, güçlü, saygıdeğer olmak istiyor. Dickens’ta bütün arzuların nihai hedefi, içinde neşeli çocukların oynadığı yeşillikler arasında sevimli, küçük bir ev, Balzac’ta ise etrafında koruluk olan bir şato ve milyonlar. Çevremize bir bakalım, sokağa, barlara, basık eğlence yerlerine, aydınlık salonlara bakalım: Ne istiyor bu insanlar? Mutlu olmak, hoşnut olmak, zengin olmak, güçlü olmak. Dostoyevski’nin kahramanlarından hangisi bunu ister? Hiçbiri. Bir teki bile istemez. Hiçbir yerde kalmak istemezler, mutlulukta bile. Hepsi de devam etmek ister, hepsinde de onlara acı veren “yüce bir kalp” vardır. Mutlu olmak onlar için önemsizdir, hoşnut olmak önemsizdir, zengin olmayı arzu etmek bir yana hor görürler. Bütün insanlığın istediği hiçbir şeyi istemez bu tuhaf insanlar. Sağduyuları yoktur. Bu dünyadan hiçbir şey beklemezler.
Peki bunlar kanaatkâr insanlar mı ya da yaşama karşı kayıtsız, kaygısız ya da münzeviler mi? Tam tersine. Dostoyevski’nin insanları, daha önce de söylediğim gibi, yeni bir başlangıcın insanlarıdır. Hepsinde de dehalarının ve elmas gibi berrak zihinlerinin yanında, bir çocuk kalbi, bir çocuk neşesi vardır: Onlar şunu ya da bunu değil, her şeyi isterler. Hepsini de olanca yoğunluğuyla. İyiyi ve kötüyü, sıcağı ve soğuğu, uzağı ve yakını. Onlar aşırıdırlar, ölçüsüzdürler. Daha önce demiştim ki: Bu dünyadan hiçbir şey beklemezler. Kötü ifade etmişim. Tek tük şeyler beklemezler dünyadan, her şeyi beklerler, onun bütün duygusunu, bütün derinliğini: Hayatı."