Saatler saatleri kovalıyor kuşlar, birbirini ardı sıra takip edip bir felaketten kaçıyorlardı. 'Kaf dağının eteklerinde yaşayan bilge kuş Simurg'un kendilerini kurtaracağına inanan bu kuşlar, ona ulaşmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak üzere yola koyulmuşlardı. Çoğu yollarda telef olmuş, dünyevi duygulara kapılanlar, istekleri az olanlar birer birer vazgeçip geri dönmüşlerdi bu yoldan. Ve sonunda Simurg'un yuvasını bulan otuz kuş, öğrenmişlerdi ki Simurg kendileriymiş ve kaçtıkları felaket ise kendilerini bulmak için yapılan bir yolculukmuş.
" Önce insanın, kendisini bulması lazım . Felaketlerin en büyüğü ve en zorlusudur bu yolculuk. Ben, kendimi bulabilecek miyim?"
Kaf dağının ardı. Ege'nin olduğu yer tam olarak orasıydı işte. Küçükken çok masal dinledim, çok masal okudum. Hep bir
kaf dağı vardı, bilirsiniz. Birileri hep o kaf dağının ötesine geçmeye çalışırdı. O masallarda birilerinin sevdikleri o kaf
dağının ardındaydı, birilerinin aileleri, birilerinin mücevherleri, birilerinin suyuna muhtaç olduğu ırmakları... Ege benim
sevdiğimdi, benim ailemdi, mücevherimdi, suyuna muhtaç olduğum ırmağımdı. Ege benim için o meşhur kaf dağının ötesiydi. Ve ben, atına binmiş bir şövalye gibi kaf dağının
ardına ulaşmaya çalışıyordum.
Doğadaki tüm leş yiyicilerin sesleri ince olur, bilir miydiniz? Adam gibi kükreyemezler, doğru dürüst uluyamazlar. İnce, keskin çığlıklar atar, sürüne sürüne, sinsi sinsi yaklaşırlar ölüm titremeleri içindeki savunmasız av artıklarına.
Türkiye’nin en büyük adalet sarayı Çağlayan’da açıldı.
Ama hemen iki adım ötede, ümüğü sıkılan, parası işverenlerce gasp edilen işçiler için “adalet” , Kaf dağının ardı kadar uzak!