“Baban ölüyor!”
Beynim ânında sessiz sinema oynamaya başladı: İki kelime. Yerli. İkinci kelime. Sen. Ayakta değilsin. Yatıyorsun. Boğdular seni. Düştün. Ne oldu sana? Uyudun mu? Yok, yok! Öldün. Ölmek. Ölüyorsun. Ne yapayım? Keseyim mi? Son heceyi mi? Ölüyor. Ölüyor. İkinci kelime, ölüyor. Cepte. Birinci kelime. Sen. Uzun boylu. Kucağına alıyor seni. Anne mi? Değil mi? Elinden tutuyor. Saçlarını okşuyor. Sevgili. Ne yaptı, öptü mü? Seviyor mu? Başka bir yerden anlat, bilemedim işte. Biri sana para veriyor, elini öpüyorsun. Babaanne. O ne? Ne sallıyorsun önünde? Ha, erkek. Deden mi? Bayram mı? Kocanın mı elini öpüyorsun? Özel isim mi, ne bu? Ay ne bileyim, gelmiyor aklıma işte. Hayır, bitmedi daha zamanımız. Bıyıklı biri mi? Ne? Bitti mi? Neydi peki? Baba mı? Baba? Baba? Kızma lütfen, bilemezdim! O kelime yok ki benim sözlüğümde! Yok!
Darwin, doğaya açılıp Dünyaʼnın dört bir tarafını gezerek kutsal yaratılışa dair bilimsel ipuçları aramaya başlayana kadar, gerçekten de inançlı bir insandı.