yıllarla hatırladım:
kaza ve bela ondan yanaymış eski zaman.
kabuğuna alışmış bir yaraya
yeniden ilişmenin hazzı gibi
yaşlandıkça anılar ona yorgan:
keçesine sarınıp dağları uyuttuğu
şehri hınzır bir ıslıkla geçtiği
gençliğinin haram günleri,
ürperdikçe ağlayan babam..
ne bir şarkıya nefes kaldı onda
ne rabbin dağlarında heves.
bütün çocuklarına gizli gizli ağlayan
bir kolun sancısı oldu zamanla.
sabaha karşı, mağlup trenlerin
sarı istasyonlara yanaşması gibiydi babam.
herkesin kulak kesildiği bir sala oldu sonunda.
unuturum, diye düşünürken
mürekkep oldum ona:
artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan
yüzüne bakınca duydum ancak:
anneler erken
ölümlerine yakın sevilir babalar.
o rahvan atları anlaşılır kılan sabahlarda
göğsü kasvet sayrılarıyla çarpışıp
delişmen çocuklarını azdırırken dünya
şehrin çarşılarından esen telaş
hıçkırıklarla akşamı karşılayan bir aldanış gibi babamın incinmiş sesine çökerdi.
yatağına ilk kez akan bir nehrin hırçınlığıyla
karın kapadığı rayları temizleyendi babam.
bir nasihatin başlangıcındaki
Veda vakti. . .
Nereden başlanır hiç bilemiyorum; o kadar çok şey var ki söylemek istediğim lakin kelimeler düğümleniyor...
Sevinç, hüzün, keder, mutluluk, burukluk, heyecan, yeni başlangıçlar; insan aynı anda yaşayabiliyormuş meğer bunca duyguyu.
Vedaları sevmiyorum; bir yandan mutluyum lakin diğer yandan yüreğim buruk ilk görev yerimden
Benim Ölümüm [Ma mort]
Ölüm, “duvar”ın öte yanındakilerden olduğu için hiçbir şekilde insani olmayan şey gibi görünürken, sonra bir anda bambaşka bir bakış açısından düşünülmeye, insan yaşamının bir olayı gibi ele alınmaya başlandı. Bu değişiklik çok açık bir biçimde anlaşılır: ölüm bir terimdir ve her terim (ister sonuç, ister başlangıç terimi
Rüzgârda dalgalanan bir perde kadar
dokunaklıydı onca aleve susan babamın gözleri.
bakmam diye düşünürken
nişân oldum ona.
yıllarla hatırladım:
kazâ ve belâ ondan yanaymış eski zaman.
kabuğuna alışmış bir yaraya
yeniden ilişmenin hazzı gibi
yaşlandıkça anılar ona yorgan:
keçesine sarınıp dağları uyuttuğu
şehri hınzır bir ıslıkla
Karşımda kahverengi, kollarında izmarit izleri olan deri kaplama ve genişçe bir tekli koltuk var. Bir altmış boyumla kıvrılıp uyuduğum, çocuğa döndüğüm, her duygudan anımın olduğu o koltuğa şimdi sadece sözyaşlarımı yazmak ve esirlerimi okumak için oturuyorum.
Bu kabaca koltuğu sadece anılarım silindiğinde atabileceğim. Tabii böylesi de mümkün
“ - İnsanlar neden ölür?
+ Değişir; kalp krizi, kanser, kaza, yaşlılık.
– Yani, ölüm ne demek?
+ Kalbin kan pompalaması durur, beyne kan gitmez, hareket durur, her şey durur. Her şey biter.
– Geriye ne kalır?
+ Bir insan ne yaşamışsa, bu onun anıları ve bıraktıklarıdır. Anılar önemlidir. Birisini, belli özelliklerini, belli yanlarını hatırlarsın. Onun yüzünü, gülüşünü, bir dişinin eksik olduğunu hatırlarsın. Bunları düşünmek için çok gençsin.
– Hiç ruhtan bahsetmedin.
+ Ruh diye bir şey yok.
– Teyzem olduğunu söyledi.
+ Bazıları ona inanarak daha rahat eder.
– Sen inanıyor musun?
+ Ben mi? Açıkçası bilmiyorum. Neden? Ne oldu?
– Hiç, sadece soruların cevabını bulduğumda mutlu oluyorum. Bir de güvercinler ekmek kırıntılarına geldiğinde mutlu oluyorum.”
(Dekalog 1)
Barbaros
@kieslowskimavisi
·
06 Aralık 2022 00:12
Y.A.: Cennete mi gidersiniz acaba?
M.D.: Hayır, gülerim buna.
Y.A.: Neden?
M.D.: Bilmiyorum, inanmıyorum da zaten.
Y.A.: Peki öldükten sonra, ne kalır geriye?
M.D.: Hiçbirşey. Gülümseyenler de, anımsayanlar da, yaşayanlardır yalnızca.
Önemli Bulgar Yazarları Kimlerdir?
Bulgar edebiyatı, tarihi şairler ve yazarlar olmak üzere birçok önemli isme ev sahipliği yapmıştır. Dönemlerindeki cesur eserleri, benimsedikleri akımları güçlü bir şekilde eserlerinde yansıtmaları, toplumsal yargılara yer vererek toplumu aydınlatmaya çalışmaları Ivan Vazov, Aleko Konstantinov, Dimitar Talev ve
Maviye Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine Rüzgarda asi,
Körsem, Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel, Ay karanlık... - Ahmed Arif
Ben yorgancının kızı Zeynep.Babam rengarenk saten yorganlar dikerdi ben rengarenk hayaller kurardım.Kekik kokularının yayıldığı papatyaların gelincik gibi
Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu:
-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı