Kitabı bitirince bir boşlukta çivili kaldım adeta. Nasıl denir? Hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi gelip geçti... O Anadolu’nun bağrından kopup, yabancı damgası yiyip yerli işçiden daha çok çalışıp daha az maaş alanlardan biri de benim babamdı.
“Heim”larda 8 kişilik odalarda kalan, bayram namazlarına gitmek için kilometrelerce camii arayan, o teyiplerinde türküler dinleyen, köydeki anama, anasına, babasına mektup yazıp fotoğrafını yollayıp, “bu cansız hayalimi duvara asın” diyerek unutmamayı tenbihleyen de benim babam..
Yıllarca ağır işçi olarak çalışan, o işte belini sakatlayıp, bir günde çıkışını verip, acımayan “meister” lerine, yıllar sonra “beni harcadılar “ diye durgunlaşan da benim babam..
Arbeitsamt ( İş yardım kurumundan) yardım almayı gururuna yediremeyip kendi işini kuran onurlu babam.
Ve “Biz” o Getto! sokaklarında büyüyen, ırkçılığı her köşede hisseden, türk mahallelerinde oynayan yabancı çocuklar. Peşimize köpeklerini salan Naziler!
Okulda sayım yapılınca adımız geçtiğinde “kafalara bakın burada mı değil mi anlarız” diyen ırkçı alman öğretmenleri.. ...
Ve şimdi Almanya’da türklerin başarısı, azmi, eğitimleri ile doktor, öğretmen, avukat v.b daha nice başarılara imza atan gençlerimiz ile dolu. Ekonomiye büyük katkı sağlayan iş adamları, esnaflar.
Kısaca, bize muhtaç bir Almanya..