Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ama Hangi Akıl, Hangi Nakil?

Akıl ve Nakil

Yavuz Köktaş

Akıl ve Nakil Gönderileri

Akıl ve Nakil kitaplarını, Akıl ve Nakil sözleri ve alıntılarını, Akıl ve Nakil yazarlarını, Akıl ve Nakil yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Müslümanların okuyup destek vermesi gereken bir gönderi:
bir müslüman, "modern" dünyanın her türlü terörizmine karşı kendisini donatmalı ve onların silahlarını onlardan iyi bildiğini haykıracak cesarete okuyarak, izleyerek ve dinleyerek kavuşmalıdır. yah.dilerden bir su bile almayın diye oluşturulmuş hesaplar: twitter.com/bilincli_tuket bilinclituketim.com eşcinsel
“Ey Nebi, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi, zevcelerinin hoşnutluğunu isteyerek, niçin (kendine) haram ediyorsun? Allah gafûrdur, rahîmdir.” (Tahrim. 1) Buradan günümüzde iki sonuç çıkarılmıştır: 1. Peygamber günah işleyebilir. 2. Allah, Peygamberimizi nebi hitabının geçtiği yerlerde kınamış, ama resul hitabının geçtiği hiçbir yerde
Reklam
3. Kur’an’ı anlamanın en önemli yollarından biri de sünnete müracaat etmektir. Ümmetin alimlerinin icma ettiği konulara dikkat etmektir. Hele bu icmanın dayanağı Kur’an veya sünnet nassı ise bin düşünmeli bir dahi söylememelidir. Evet, Kur’an’daki bazı ayetlerin muhtemel manaları vardır, diyelim. Şayet biri öyle, Öteki böyle anlıyor ise burada
Mealcilerden açılmışken bir örnek vererek maksadı ifade edelim: Mealcilerin en çok sarıldıkları ve dillerinden düşürmedikleri bir ayet var. Zuhruf , 44. Allah şöyle buyurur: “Bu (vahiy), senin için de kavmin için de bir zikirdir (öğüt veya şeref) ve siz (ondan) sorguya çekileceksiniz .” Bu ayet şu şekilde anlaşılmıştır: Allah ahirette insanları
Not: Acı gerçek olan şu ki, bu ümmetin modern evlatları artık hadisi bir bütün olarak ihtilafın kaynağı görebilmektedir. Mezkur sözü aşağıda ele alacağım, ama şu kadarını söylemeliyim ki, bu söylem tam da oryantalist bir söylemdir. Hadisi, ihtilafların kaynağı görmek hadisten rahatsız olmaktır. Hadisten ise sadece oryantalistler rahatsız olur.
“Kur’an açıktır, kendini tefsir eder, biz de ayetleri birbiriyle irtibatlandırıp anlamı tayin ederiz.” Hayır, anlama olayı bu kadar masum değildir. Kur’an dışı hiçbir şeyi dikkate almıyorsanız ayetler arası irtibatı kendi aklınızca yahut dil kapasiteniz ne kadarsa o kadar kuruyorsunuz demektir. Yine de ihtilaftan kurtulamıyorsunuz. Neden? Çünkü biz modern nesiller için mana o kadar “mübîn” değil de onun için. Evet, Kur’an bu kadar açık ise neden anlam bir türlü tayin edilemiyor ve ihtilaf ediliyor? Bu, en önemli meselelerde böyle. Bu metodu savunanlar bile kendi aralarında namazın nasıl kılıcağına bir türlü karar veremiyorlar! Daha namazm nasıl kılınacağını Kur’an’a göre bir sonuca bağlayamayanlar diğer onca meseleyi nasıl halledecek?! Sonuç: Din, bir görme, öğrenme ve aktarım işidir. Din, görülüp aktarılarak öğrenilir. Kur’an, Peygamberi inşa etti. Peygamber Kur’an’dan aldığı ilhamla sahabeyi ortaya çıkardı. Sahabe, dini Kur’an’ın lafızlarından değil, peygamberi görerek öğrendi. Kur’an’ın nasıl anlaşılacağını da Peygamber onlara öğretti. Peygamber aralarından ayrıldığında da Kur’an’ın nasıl anlaşılacağını öğrenen sahabe gayet özgüvenle yeni meselelerini vuzuha kavuşturdu. İlim de bir gelenek işidir. İlmin namusu vardır. İlmin bir metodu olur. Bir gelenek ve metoda bağlı kalındığı müddetçe ilmin namusu da korunmuş olur. Sadece İslamî ilimler değil, her türlü ilim böyledir. Bir geleneği, bir alimler topluluğu, bir metodu, bir kat’î temeli olmayan hiçbir ilim yoktur.
Reklam
Sahabe dinî peygamberden Öğrendiği gibi yaşamış ve aktarmıştır. Onun için Kur’an’ın “mübîn” oluşu, lafızların “mübîn” oluşu anlamına gelmez. Zira lafızlar dilin konusudur ve dil çok anlamlı bir yapıyı içinde barındırır. Salat, zekat, savm kelimesinin anlamını tayin etmekte bile oldukça zorlanırız. Dil bu, çok anlamlılığı ihtiva eder. Anlamı tayin edebilmek için de ciddi bir metodolojiye ihtiyaç vardır. Ciddi bir metodoloji dediğiniz anda Kur’an bizler için “mübîn” değil demektir. Ama bizler için... Sahabenin ise metodolojiye ihtiyacı yoktu. Vahye şahit idiler. Dil onların dili idi. Bağlamı da bizzat yaşıyorlardı. Bu yüzden dil düzeyinde (Hz. Ömer ve bazı büyük sahabiler gibi “fıkhetme” düzeyinde değil) hiçbirinin anlama sorunu yoktu. Bu sebeple onlar için Kur’an “mübîn”dir. Aslını ararsanız parçacı bir metod olsa dahi Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri dahi böyle bir şeydir. O halde bir metoddan bahsediyorsanız Kur’an’ın her ayeti “mübîn” değil demektir.
Evet, Kur’an bugün itibariyle bakarsak tek başına ele alındığında tevhid, ahiret, bir takım kıssalar ve ahlakî ilkeler dışında kapalı bir kitaptır. Aslında bunlar bile ümmetin tevatüren gelen uygulamalarıyla netliğe kavuşmaktadır. Böyle bir akidevî ve amelî tevatür olmasa bugünün neslinin tevhidi, ahireti, nübüvveti, ahlakî ilkeleri nasıl anlayacağı dahi oldukça şüpheli bir durumdur. Sadece Kur’an’la karşıya karşıya kalan ve başka da bir delil görmeye tahammülü olmayan bir neslin tevhidi, nübüvveti, ahireti sahih bir şekilde anlayabileceği nasıl beklenebilir?! Yıllardır mürekkep yalayan bazı kalemler reenkarnasyonu kabul etmiyor mu? Bir kumar olan milli piyango için caiz demiyor mu? Kadere imanı olmadık şekillerde te’vil etmiyor mu? Zinaya dahi “parayla yapılan fuhuştur” demiyorlar mı? İş böyle ise Kur’an’daki bir lafzın manasının öyle değil de başka türlü olduğunun garantisi ne olacaktır? Kur’an’ın “mubîn” oluşu evvel emirde ilk muhataplar içindir. İlk muhataplar Kur’an’ın ne kastettiğini anlıyordu. İman eden neye iman ettiğini, inkar eden neyi inkar ettiğini gayet iyi biliyordu. İlk muhatapların ne tefsirlere, ne müşkilu’l-Kur’an’lara, ne de Garibu’l-Kur’an’lara ihtiyacı vardı. Ama sonraki, hatta daha sonraki hele modern nesiller için durum böyle midir? Kur’an şu an itibariyle açıktır, demek, Kur’an’a bakarım ve rahatlıkla akaid ve ahkam konularını tespit ederim demek kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.
Naslar arası çelişkiler, çelişkilerin nasıl hal” ledileceği tamamen dilsel ve aklî bir meseledir. Mesela salat kelimesini düşünelim. Dilsel açıdan dua anlamına gelir. Bizim kıldığımız namazın Hz. Peygamber döne-minde kılınan namaz olduğundan nasıl emin olacağız? Sabah namazı iki rekat. Akşam üç rekat. Cuma günü öğlen namazı dört yerine iki
Fahruddin er-Razi'ye göre kat'i aklî delil ile naklî delil çelişirse şu süreçler takip edilerek bir formül bulunur: 1. Çelişme durumunda akıl ve nakil birlikte tasdik edilirse, bu iki zıddın tasdiki olur ki, muhaldir. 2. Akıl ve nakil birlikte tekzib edilirse, bu iki zıddın tekzibi olur ki, muhaldir. 3. Naklin zahiri tasdik, akıl tekzib edilebilir. Bu, nakli doğrulamak için aklı cerhetmek akıl ve naklin birlikte cerhine götüreceğinden dolayı batıldır. 4. Naklin zahiri tekzib, akıl tasdik edilebilir. Ki, bu da batıldır. Bu dört kısım da batıldır. Geriye kat’i-akl’i delilin gereğini yapmaktan başka bir şey kalmaz. Bu durumda nakli deliller; a. Ya sahih değildir. b. Ya da sahihdir, ancak zahirleri murad değildir. Zahirleri murad değilse, iki şey yapılabilir: 1. Ya te’vil edecegiz. 2. Ya da te’vili mümkün değilse bu konudaki bilgiyi Allah'a havale edeceğiz. Razi'ye göre tüm müteşabihler hakkında uygulanacak küllî kaideler bunlardır.“
Reklam
Fıkhî alan, yani insan davranışlarını düzenleyen hükümler/yargılar, insan ve toplumun maslahatına bina edilmiştir, diğer bir ifadeyle hüsün ve kubuh olmasına göre diyebiliriz. Şayet nakil/şeriat olmasa akıl, herhangi bir konuya dair öngördüğü maslahata göre bir yargıda bulunacaktır. Ne var ki aklın bu alanda bulunacağı yargılar genel ilkeler