“Kur’an açıktır, kendini tefsir eder, biz de ayetleri birbiriyle irtibatlandırıp anlamı tayin ederiz.” Hayır, anlama olayı bu kadar masum değildir. Kur’an dışı hiçbir şeyi dikkate almıyorsanız ayetler arası irtibatı kendi aklınızca yahut dil kapasiteniz ne kadarsa o kadar kuruyorsunuz demektir. Yine de ihtilaftan kurtulamıyorsunuz. Neden? Çünkü biz modern nesiller için mana o kadar “mübîn” değil de onun için. Evet, Kur’an bu kadar açık ise neden anlam bir türlü tayin edilemiyor ve ihtilaf ediliyor?
Bu, en önemli meselelerde böyle. Bu metodu savunanlar bile kendi aralarında namazın nasıl kılıcağına bir türlü karar veremiyorlar! Daha namazm nasıl kılınacağını Kur’an’a göre bir sonuca bağlayamayanlar diğer onca meseleyi nasıl halledecek?! Sonuç: Din, bir görme, öğrenme ve aktarım işidir. Din, görülüp aktarılarak öğrenilir. Kur’an, Peygamberi inşa etti. Peygamber Kur’an’dan aldığı ilhamla sahabeyi ortaya çıkardı.
Sahabe, dini Kur’an’ın lafızlarından değil, peygamberi görerek öğrendi. Kur’an’ın nasıl anlaşılacağını da Peygamber onlara öğretti. Peygamber aralarından ayrıldığında da Kur’an’ın nasıl anlaşılacağını öğrenen sahabe gayet özgüvenle yeni meselelerini vuzuha kavuşturdu. İlim de bir gelenek işidir. İlmin namusu vardır. İlmin bir metodu olur. Bir gelenek ve metoda bağlı kalındığı müddetçe ilmin namusu da korunmuş olur. Sadece İslamî ilimler değil, her türlü ilim böyledir. Bir geleneği, bir alimler topluluğu, bir metodu, bir kat’î temeli olmayan hiçbir ilim yoktur.