"Bilir bilmez herkes bir cümle kurdu Güldane hakkında. Her cümlenin sonuna Yunus darbukasıyla bir nokta koydu.
Deliydi... tak.
Zekiydi... trak.
Düştüydü... tak tak...
Uçtuydu... trak.
Şuydu.... tak.
Buydu... trraak."
"Kendinden geçmek istiyordu. Bütün hücreleri, beynindeki, bedenindeki bütün hücreleri ölsün ve yaşayacağı bütün acılar, bütün utançlar, bütün felaketler böylece yok olsun istiyordu. Sonra belki yeniden doğardı; bir başkası olarak."
Arabanın bagaj kapağını açtı, kızı içine atıp kapıyı tekrar kapattı. Arabasına bindi. Sarı taksi oradan uzaklaşırken geride, evlerinin içinde televizyon seyreden mahallelinin en ufak bir ilgi göstermediği incecik bir kadın çığlığı kalmıştı.
İnsan güçsüzlükten ölür müydü ?Güçsüz bir adam ne kadar yaşayabilirdi ? Bir erkek kendini nasıl bu kadar çaresiz hissedebilirdi ? Korkmak, çaresizlik, endişe... bu kelimelerden kurtulmanın bir yolu yok muydu ?
Bütün arzularına, bütün umutlarına rağmen gururu harekete geçmesini engelliyor, sabretmeyi, ne kadar güç olsa da Güldane' yi beklemeyi yeğliyordu. Güldane gelecekti. Eğer kalbindeki aşk hakikatse , o mutlaka gelecekti.
"Korkuyorum anne."
"Korkma. Korkacak bir şey yok. Niye korkuyorsun ki ?"
" Kör kalırsam ? "
"Ellerin var. Görmesen de dokunabilirsin. Dokunarak her şeyi anlayabilirsin. Biliyorsun değil mi ?
Güldane uzun uzun Halil' e baktı. Halil o anda bu kızın aklından neler geçtiğini bilmek için ne kadar çok şey verebileceğini düşündü. İfadesi öyle güçlü, öyle talepkâr, öyle keskindi ki Halil ondan yana bakmaktan korktu.
İşte o noktada unutmanın, hatırlamanın, geçmişin ve geleceğin hiç önemli olmadığının, sadece o anda bulunmuş olmanın, hiç acı çekmeden bir an içinde varolabilmenin ne kadar yüce bir imtiyaz olduğunu anladı.