Ne kadar da dünyaya sarıldık. Ne kadar da hayatı anlamsızlaştırdık. Hayatı anlamaktan, anlamlandırmaktan ne kadar uzak düştük. Zarif bir hayattı onun bize gösterdiği. Zarif olanı yitirdik gerçekte.
Rönesans insanların mutluluğunu, huzurunu ne kadar sağlamıştır?” Aydınlanma, Budacı bir anlayışın tepetaklak hale getirilmesi suretiyle oluşturulmuş bir anlayış. Bugünkü gayr-i insanî birçok yaklaşımın fikrî temellerinde Rönesans yatmıyor mu?
.
İslâm dini, din, her şeyden evvel mânevî bir olgudur. Bu mânevî yapının tabiî ki sosyal uzantıları vardır ama ikinci merhaledir. Siyasî bir ideoloji olarak vahyolunmaz din. İnsanları kurtarmak üzere gelmiş bir mânevîyat yoludur. Peygamberin birincil vasfı Allah’la kul arasında yaptığı aracılıktır. Allah’tan insanlığa getirdiği mesaj ve onun talimi, öğretimi bir doktrindir. Konjonktür gereği ârızî olarak başına gelirse savaşır ama talep etmez savaşı. Gayesi savaş değildir...
Yüzyılın başında tekke ve medreselerin kapatılmasına karşı çıkan Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları da vardı. “Paşam, İngiliz’in Oxford’u, Fransız’ın Sorbonne’u var, bizim de bu müesseselerimiz var,” demişlerdi. Evet, reforma ihtiyaç vardı, ama devrime var mıydı? O çizgi ruh olarak sürseydi, bizim modernistlerimiz dinlerini içselleştirselerdi, daha güzel sentezler çıkardı ortaya. Halil İnalcık’ın tabiriyle “Cumhuriyet kurucularının iyi niyetli hataları”dır bunlar.