Antik Yunan Uygarlığı 3 kitaplarını, Antik Yunan Uygarlığı 3 sözleri ve alıntılarını, Antik Yunan Uygarlığı 3 yazarlarını, Antik Yunan Uygarlığı 3 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İÖ II. yüzyılın sonunda, Hipparkhos’dan sonra astronomide artık keşifler yoktur ve bilimsel astronominin öldüğü söylenebilir. Romalılar faydasız buldukları bu bilimle hiç ilgilenmediler. Büyük yazarlarından bazılarının bu konudaki bilgisizlikleri şaşırtıcıdır. Lucretıus, aynı yaşlı Ksenophanes’in döneminde olduğu gibi, bir gün görünen Ayın bir önceki günkü ile aynı olup olmadığını sorar kendi kendine. Tacitus’un kaleminden çıkan bir parça, yazarın Dünyanın yuvarlak oluşundan habersiz olduğunu gösterir gibidir.
Bu tarihte uzun zamandır astronomi yerini sözde bir gökbilimi ne, astrolojiye bırakmıştır. Bir Kaide dini olup, Hellen dünyasına aktarılan ve matematikçilerin ve öteki bilim adamlarının alanında ya nıltıcı bir bilimsel havaya bürünen astroloji hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim.
Aristarkhos’un ilkçağda pek izlenmediğini görmek ilginçtir. Hakkında hemen hiçbir şey bilmediğimiz sonraki yüzyıldan bir astronom dışında, eskiler onun varsayımını ancak karşı koymak için anarlar. Öyle görünüyor ki bu varsayım astronomi anlayışlarında bir devrim yaratmış olmalıdır. Ama bu varsayım -daha sonra direniş olmaksızın zafere ulaşmayan Kopernik’in sistemi gibi- gerek halkın ve dinin önyargıları, gerekse bilimsel türden çok ciddi kanıtlarla karşılaştı.
Bedenimiz bizimle oldukça, ruhumuz ondaki hastalıkla kirletildikçe, biz hiçbir zaman isteklerimizin konusuna, yani, gerçekliğe tam olarak sahip olmayız. Gerçekten de, beden onu beslememiz gerektiği için başımıza bin türlü sıkıntı açar. Hele bir de onu hastalıklar yakalasın, işte size gerçeğe doğru yürüyüşümüzde yeni engeller. Beden içimizi
Adaleti gerçekleştirmek isteyen bir insanı öldürmekle bana olduğu gibi bütün insanlığa da en kötü darbeyi indirdiler... Haksızlık etmektense, haksızlığa katlanmaya azimli olan, ama bir yandan da kendini korumaya çalışan Dion, düşmanlarını alt edeceği anda öldü... Onu mahvedenlerin kötülüğü elbette gözünden kaçmıyordu, ama düşünmediği şey bunların aptallıklarının, ahlaksızlıklarının, aç gözlülüklerinin derinliğidir. Bu hata ölümüne yol açtı ve bütün Sicilya’yı sonsuz bir yas sardı
Eskiden her şey neden o kadar iyi giderdi, bugünse o kadar kötü? Önce şundan ki, eskiden halk, askerlik görevini kendisi yapacak kadar diri ve enerjikti, politikacıların yöneticisiydi, bütün üstünlüklerden özgürce yararlanıyordu ve her yurttaş, halktan şeref, sorumluluk ve lütuf almakla kendini mutlu buluyordu. Ama bugün tersine her şeye sahip olanlar politikacılardır, her şey onlar tarafından yapılmaktadır; oysa eli kolu tutmaz, paradan ve müttefikten yoksun -sizler halk olarak-, hizmetkâr konumuna, uşak rolüne düşmüş ye dek yurttaşlarsınız, sizler artık ancak gösteri için para verilirse, sizi güdenler size nihayet bir tören düzenlerlerse ~her şeyin üstünde olan yurttaşlık cesareti göstergesi- hoşnut olan yurttaşlarsınız, sonunda sizin olan şeyi size verdikleri için yine de onlara minnettar olursunuz. Ama onlar sizi kente kapatmakla işe başlayıp sizi evcileştirecekleri av hayvanı durumuna sokmaktadırlar. Gerçekte, insan yalnız bayağılık ve alçaklıkla davranınca, büyüklere ve gençlere özgü bir gurur duymaya hakkı yoktur. İnsanların duyguları alışkanlıklarınauygun düşer. Bununla birlikte, bu yolsuzlukları size açıklamanın ancak onları yapanlara olduğu kadar bana pahalıya mal olmasına şaşırmazdım. Bütün konularda açık yürekliliğe katlanmıyorsunuz da benimde öyle konuşmamı suskunlukla karşılıyorsunuz, işte beni şaşırtan şey!
Aşk ve ölüm dünyanın güzelliğine o an için katılmış gibi görünürler. Çayırların, ağaçların, tarla hayvanlarının, kuşların, tanrıçaların, ırmakların, gökyüzünün, altının, fildişinin güzelliğini içine almış ve onlara bürünmüşlerdir... Aşk ve ölüm çobanların çağrılarına, kaval seslerine, parlak kum üstünde kol kola oyun oynayan kadın ayaklarına karışırlar... Eros’un oku ikiz oktur, Kharit’lerin bir çift oku olduğu söylenir, çünkü bu ok mahvettiği yaşamları bile sevince boğar. Ve Helen artık yalnızca eşlerin en kötüsü değil, göksel ikizlerin, Dioskur’ların kız kardeşidir... Ve surlarının üstünde dikilen Frigyalılar ölümün kendilerine geldiğini gördüklerinde, korkunç vegörkemli bir tanrı biçiminde, tunçtan zırha bürünmüş halde denizden çıkan Ares’tir... Ve Pergamon yere serilince, boğazlan kesik oğullarının cesetlerine ağlamak için, geride genç kız görüntüleri kalır.
Her insan başarısı felaket tarafından gözetlenir. Mutluluğumuza karşı dünyanın bu kötü niyetini, dinsel söylemden eski bir deyişi yeniden kullanan bir Îphigeneia korosu “tanrıların öfkesi” diye adlandırır. Bu kıskanç öfke, eğer oyunun konusuna bakılırsa hem de o büyük “tanrılar” sözüne karşın, Euripides’e göre, her türlü mutlu yaşam ve özellikle de çok şey vaat eden yaşamlar üstünde asılı duran karanlık tehditten başka bir şey anlatır gibi görünmez.
Uygarlıklar gelişirken doğal varlıkların, örneğin bitkilerin yolunu izlerler. Çimlenirler, doğarlar, büyürler; klasik dönemlerinde serpilirler; sonra da solar, yaşlanır, batmaya yönelir, ölürler. Ama belki de hiçbir zaman büsbütün ölmezler. Gelecekteki insanlar için geçmişlerine ilişkin özlemler, uğuldayan anılar olarak kalırlar ve bazen kuşakların düşüncelerini, yeni yaratımlarını onlara göre düzenledikleri olur. Demek oluyor ki uygarlıklar güç durumlarında bile, şimdiye kadar boşa çıkmış, ama yokluğa teslim edilmemiş umutlardır, insanlığın belleğinde devinen, canlı umutlardır.