Tanıdık bir kasabanın içerisine atılan her bir adımda bir varoluş ispatı daha silkelemek üstümüzden... Ruhumuzdan, bedenimizden ve bir o kadar da bedenimizin çevresinden... Yani insan bedeni coğrafyası kadar doğanın coğrafyası, haritası da bir varoluş kaygısı benim fikrimde. Herhangi bir kadraj yettiği gibi artırmaya da yanaşabilir, doğayı varlığımızın özünde bütünleştirmek için.
Ruh tahlillerinin de ağırlıkta olduğu gibi tasvirlerin de çoğunlukta olduğu bu anlatıda insan bedeninin doğayla benzerliği ve bu benzerliğin üzerinden bir varoluş kaygısı sunduğu gayet de aşina.
Anlatımı zor bir kitap. Normalde zor anlatıma sahip kitapların bir oturuşta okunup bitirilmesinden yanayımdır. Çünkü ara verilen, okunma süresi uzatılan bu tür anlatılarda kopukluk yaşanabiliyor. Zaten kopukluk yaşandığında da kitap özünü okura yansıtamıyor.
Balıkçıl kitabı, ana karakterinin her anını bir kamera eşliğinde kadrajlamışçasına iç dünyasındaki hesaplaşmaları, iç çekişmeleri, çelişkileri, kısaca tüm ruh hallerini okura tüm çıplaklığıyla yansıtıyor.
Avukat Edgardo Limentani bir sabah uyanır ve bu uyanışın ardından düşkünü olduğu av merakı için yola koyulur. Bu süreçte yaşadıkları tüm tahlil ve tasvirleriyle 140 sayfalık bu romana sığmış. Yazarının son kitabı olduğu gibi 1969 yılında Campiello Ödülü'ne de layık görülmüş.
Anlatımının zor olduğu ve dinamik bir ruhun kısmen de olsa eksik olduğu Balıkçıl kitabına uyum sağlamak güç.
Betimlemelerin birkaç doz daha yükseltildiği kitaplardan biri olsa da benim zevkime göre tam benlik. ;)