İçindekiler:
Önsöz
Giriş
Modeller ve Yöntemler
Tasarım Yanılsaması
Maddenin Ötesinde Bir Dünya Aramak
Kozmik Delil
Cana Yakın Olmayan Evren
Vahiyin Fiyaskoları
Değerlerimiz Tanrıdan mı Geliyor?
Kötülük Argümanı
Mümkün Olan ve Olmayan Tanrılar
Tanrısız Evrende Yaşamak
Ek
Bibliyografya
"Bu müthiş kitaptan o kadar çok şey öğrendim ki"
-Richard Dawkins-, Tanrı Yanılgısı'nın yazarı.
"İnanılmaz sağlam ve etkileyici... Tartışma cephaneliğine muazzam bir katkı"
-Christopher Hitchens-God is Not Great'in yazarı.
"Başarısız Hipotez: Tanrı, din kaynaklı yanılgılara tam zamanında yapılmış, okunması kolay bir saldırı. Herkes okumalı."
-Sam Haris-The End of Faith'in yazarı.
Tarih boyunca Tanrı'nın varlığı üzerine tartışmalar büyük ölçüde felsefe ve teoloji sahalarında yapılmış, bu arada bilim saha kenarında oturup bu fikir ve sözcükler mücadelesini izlemekle yetinmişti. Fizikçi Victor J. Stenger, eğer Tanrı varsa, bir takım bilimsel kanıtların da bulunması gerektiğini söylüyor. Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinlerinde sunulan Tanrı kavramını herhangi bir bilimsel hipotez olarak ele alan Stenger, evrenin bir yaratıcı elinden çıktığı ve insanların Tanrı'nın özel yaratıları olduğu görüşlerini tartarken fizik ve astronomideki yeni bulguları tartışıyor. Son dönemin modası Akıllı tasarım savlarını Tanrı'nın biyoloji üzerindeki etkisi olarak görüyor. Tüm bilimsel bulgularla kanıtları değerlendirdikten sonra evrenin Tanrı var olmasa nasıl olacağı beklenirse öyle olduğu sonucuna kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde varıyor.
Önsöz
Yakın döneme kadar teistlerle ateistler ya da (benim yeğlediğim terimlerimle söylersek) teistlerle anti-teistler arasındaki tartışma büyük ölçüde örtük olarak paylaşılan iki varsayıma dayanıyordu. İlkine göre, bilim ve din, Stephen Jay Gould'un ünlü sözleriyle, "örtüşmeyen hüküm alanlarına" aitti. İkincisi ise bilim ve aklın bir ilahın veya yaratıcının var olduğu inancını çürütemeyeceğini, onların bu tür bir inancı doğrulayacak sağlam veya yeterli delil bulunmadığını göstermekten öteye gidemeyeceğini söylüyordu.
İnsan bazen bilim ve dinin "örtüşmediği" yargısına bağlanmanın benim gibi biliminsanı olmayan ve dini farklı öncüllerden kalkarak tartışanlarda bir rahatlamaya yol açtığından şüpheleniyor. Fakat Victor Stenger'ın kitabının sahneye çıkışıyla birlikte, zaten canlı ve etkili olan inançsızlık kanıtlamaları hem nitel hem nicel açıdan güçlü bir ivme kazandı. Bu tartışmada taraflardan biri boyun eğmek zorunda kalacak.
Bu katkının ne kadar önemli olduğundan bahsetmeden önce, Victor'a ciddi biçimde borçlanan sıradan ya da bilim dışından "inançsızlar" topluluğuna birkaç söz söylemek istiyorum. 1834'e kadar "biliminsanı" sözcüğü öyle pek yaygın değildi. Sir Isaac Newton gibi insanların "doğa filozofu" olduğu düşünülüyor, onlar da kendilerini öyle görüyordu. Doğa filozofları elbette bilimsel yönelimli insanlardı ama onların daha geniş ve derin bir ilme sahip oldukları kabul ediliyordu. Büyük kozmik amaçlara ilişkin argümanlar, hesaplarla ve deneylerle bir arada gidiyordu; uzmanlaşma henüz tiranlığını ilan etmemişti. Dolayısıyla pek çok biliminsanı tümüyle "bilimdışı" görüşlere sahipti. Gizli bir simyacı olan Newton papanın deccal olduğuna, Süleyman Tapınağı'nın gerçek boyutlarını bilmenin müthiş buluşlara yol açacağına inanıyordu. Oksijenin kâşifi Ünitaryen Joseph Priestley filojiston teorisini savunurken Alfred Russel Wallace'ın en hoşlandığı şey ruh çağırma seanslarıydı. Bilimsel yöntemle daha genel anlamda "hümanizm" arasındaki güçlü sentezi -akıla dayanan, fiziksel ve doğal deliller arasında bağlantı kurmaya, rasyonel yaşamın yanı sıra ahlaki yaşamın da en iyi biçimde doğaüstü boyutun var olmadığı varsayımı üzerine kurulabileceği sonucunu çıkarmaya cüret eden sentezi- ancak Albert Einstein'la (ve belki bir de Bertrand Russell'la) yapmaya başladık.
Yakın zamanlarda, kimi bilim insanları (fizikçiler, biyologlar, nörologlar ve diğerleri) ateizm davasının "kamu entelektüellerine" dönüştüler. Özgürce bilimsel araştırma yapma genel ilkesiyle birlikte bu özgürlükten yararlanacak ve bu özgürlüğü destekleyecek toplumun yobazlığın, cehaletin ve terörizmin saldırılarına karşı savunulmasının anlamlı olduğuna inanan bu entelektüeller ilgili oldukları disiplinlerin sınırlarını aştılar. Oxford'dan parlak Richard Dawkins'ten İslamabadlı cesur Pervez Hoodboy'a kadar uzanan bu gönüllüler sayesinde insan aklını hiçe sayan yaratılışçılık saçmalığının okullara zorla sokulmasına ve bilime tek ilginin "inanç temelli" şiddet için teknoloji hırsızlığına indirgenmesine karşı geniş çaplı bir kültürel direnç doğdu.
Bu kişilerden pek çoğunun yer aldığı bir konferansın "inançlılarla" tartışma deneyimlerinin dökümlerinde karşı tarafın dişe dokunur tek bir iddiası bulunduğunu gördüm. Bu da "Neden hiçbir şey değil de bir şey var?" sorusuyla, bu soruya eşlik eden fizik ve doğa yasalarının bir şekilde yaşam için en uygun şartları mümkün kılacak biçimde "ince ayarlanmış" olduğu önermesiydi.
Bu "argüman"a ilk defa 1993'te yayınlanan Credible Christianity: Gospel in Contemporary Culture [İnanılır Hıristiyanlık: Çağdaş Kültürde İncil] adlı bir kitapta rastlamıştım. Kitabın yazarı biraz tanıdığım ve sevdiğim İngiltere Kilisesi'nin kıdemli piskoposlarından Hugh Montefiore adlı bir kişiydi. Montefiore, çocukluğunda karşısında belirip, "Peşimden Gel," diyen beyaz cübbeli bir adam yüzünden Musevilik'ten Hıristiyanlığa geçmişti. Piskopos konuyu şöyle dile getiriyordu:
Mesela, bir atomun çekirdeğini bir arada tutan güç sadece yüzde iki daha fazla olsaydı evren toptan infilak ederdi; biraz daha zayıf olsaydı, yıldızların yanmasını sağlayan nükleer füzyon gerçekleşmezdi. İnançlının gözlerine Yaratan'ın bilgeliğinin ve inayetinin işaretlerini veren böyle birçok örnek vardır.
Victor Stenger kitabının 5. Bölümünde ilk kez William Paley'in Natural Theology adlı eserinde çok daha dünyevi terimlerle ortaya koyduğu bu eski "tasarımdan kalkan kanıtlama"nın güncellenmesine yönelik girişimi ayrıntılı bir şekilde çürütüyor. Aslında burada olayların bilimsel ve doğaüstü açıklamalarının "örtüşmez" olmaktan çok birbirleriyle örtüştüğü, çeliştiği, bağdaşmadığı ve uyuşmadığı iyice açığa çıkıyor.
Victor Stenger'ın Tanrı hipotezinin kesinlikle itibar edilemeyecek bir görüş olduğu yönündeki savına ben de birkaç ekleme -aslında başkalarının çalışmalarından uyarlamalar demek daha doğru- yapayım. Bir anlığına hipotezi olduğu gibi kabul edelim. Edwin Hubble, evrenin "büyük patlama"daki başlangıç noktasından dışa doğru genişlediğini çok önce göstermişti. "Kırmızı ışık" delilinin bu savın gerçekten doğru olduğunu gösterdiğine ikna olan bilimsel topluluk, belki Newtoncu nedenlerle, bu genişlemenin zamanla yavaşlayıp duracağını düşündü. Oysa bugün, tıpkı Lawrence Krauss'un öngördüğü gibi, evrenin gittikçe artan bir hızla genleşmeye devam ettiği ortaya çıkmıştır. Bu buluşun önemli sonuçlarından biri, günün birinde dönen galaksilerde "büyük patlamanın" meydana geldiğine dair gözlemlenecek hiçbir şeyin kalmayacak olmasıdır. Bu arada geceleri çıplak gözle hâlâ kolayca gözlemlenebilen Andromeda galaksisi doğrudan galaksimize doğru ilerlemektedir ve beş milyar yıl içinde galaksimize çarpacaktır. Ne biçim bir "ince ayardır" bu? (Belki minik güneş sistemi "mahallemizdeki" diğer gezegenleri yaşanamayacak denli sıcak veya soğuk kılan da aynı ayardır.) Neyse en azından bu, bizim ufacık "bir şeyimizden" nasıl "hiçliğin" çıkmaya hazırlandığının iyi bir kanıtıdır.
Bu kez tamamen başka bir taraftan, yine son birkaç yılda öğrendiğimiz bir başka bilimsel bilgi ve keşiften örnek verelim. İnsan genomunun haritasının çıkarılmasından beri ortak atalarımızın altmış bin yıl kadar önce Afrika'dan ayrıldığını ve hepimizin bunu ispatlayan genetik izleri taşıdığını biliyoruz. National Geographic' in Genografik Projesi'nin yöneticisi Spencer Wells'in bir denemesin