Jack London'un, Adem'den Önce ve Vahşetin Çağrısı adlı eserlerinden sonra okumuş olduğum üçüncü kitabı: Beyaz Diş
Kitaba başlarken kendimi Vahşetin Çağrısında bir doğada bulunan, maceralarla dolu bir kuzey yolculuğuna çıkmaya hazır olarak bulmuştum. Beyaz Diş'in doğumundan öncesi ve doğumundan sonra meydana gelen olaylar zinciri yalnızca vahşi doğanın değil, insan doğasının da bilmediği ama aslında hayatın içinde derin anlamalar barındıran bir sürü olaydan meydana gelmekte.
Doğası gereği vahşi yaşamla bütünleşen Beyaz Diş, annesinden gelen yarı evcil duygularla insan tanrılarının elinde hayatına belli bir zaman sonra yalnız başına devam ediyor. Annesine ait tüm duyguları zamanla onu terk ediyor ve sevgisiz, acımasız, vahşi, tanrıları dışında hiçbir güce boyun eğmeyen güçlü bir kurda dönüşüyor.
Benim gözümden kitabın bana kattığı en büyük anlam: Sevgisiz, ruhsuz ve yalnızca savaşmayı bilen bir kurt var ortada. Sevgiye teslim olmak nedir bilmeyen, başının okşanmasını bile kaldıramayan bir vahşi. Öyle bir sevgi buluyor ki onu sonradan; bildiği, inandığı her şey onu alt ediyor.
Sevgi yalnız bir kurda yuva oluyor bir yandan canını da yakarak. Ama o asla vazgeçmiyor.
Kitabı bitirip geriye yaslandığınızda kendinizden bir parça bulamazsanız değil eğer aramamışsanız sizin için bir anlamı olmayacak. Kesinlikle herkesin okuması gereken bir kitap. Beyaz Diş'in size anlatacağı çok şey var çünkü...
Keyifli okumalar.