Okulumun kütüphanesinde bulunduğu dolaptaki en ince kitaptı. Bu kitabı birkaç ay önce okumuştum. Fakat, hak ettiği zamanı tanımamıştım. Bu sebeple hakkında fikirlerimi belirtme fırsatım da olmadı.
Bu söylev, 18 yaşıma girmeye az kalmışken, kendimi estetik kaygısının içerisinde kaybetmişken ve hayatın tam anlamıyla şeffaf bir şekilde yaşanırsa sıkıcı olacağı düşüncesi içerisindeyken yüzüme bir tokat gibi çarptı. Rousseau, bu kitabı öyle duygularla yazmış ki, okurken anlıyorsunuz. Okurken Rousseau'nun içerisindeki o öfkeyi, o endişeyi, o korkuyu, o özlemi görüyorsunuz. Eski insanların sahip olduğu o şeffaf dünyayı size de özletiyor.
Bu kitabı okuyana kadar sanatın "bir takım kötülüklerin üzerini örtme aracı" olarak kullanılabileceğini düşünmemiştim. Bilime değindiği noktalarda kendisini tam olarak anlayamadım. Ancak, sanat ile ilgili düşünceleri gerçekten aydınlatıcıydı.
Kafamın hayata dair birçok soruyla dolu olduğu bu zamanlarda bu söylev bir ilaç gibiydi. Ağrılarımı dindirmedi, evet. Ama ağrılarımın neyden kaynaklandığını anlamam yolunda bana rehberlik etti. Rousseau'nun bu söylevi, insan duygularının kabardığında ne denli bir kuvvete sahip olabileceğinin en iyi göstergelerinden birisi diye düşünüyorum.
Teşekkürler, Rousseau...