“Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanırız. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun “gönderen”inin adı verilmemiştir. Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Ayrıca mektupta, adın belirtilmemiş olmasına rağmen, yazanı mektubun alıcısına “onu hep delice sevmiş bir kadın” olarak tanıtabilecek en ufak bir ipucu da bulunmamaktadır. Oysa kadın ile erkek –onun kimliği, en azından “roman yazarı R.” olarak bellidir– karşılaşmışlardır; hatta kadının genç kızlık döneminde çok kısa süre, birkaç gün ve gece, birlikte olmuşlardır ve bu birliktelikten bir çocuk da dünyaya gelmiştir. Ama buna rağmen mektup boyunca kadının dile getirdiği şu söylemle hep karşılaşırız: “Sen, beni asla tanımadın!” Buradaki “ben”, erkeğe delice âşık olan “ben”dir ve erkek, onu bu niteliği ile hiç tanımamıştır. Onun için bu “ben”, hayatına giren öteki kadınlardan –ki, bunların sayısı hayli kabarıktır!– hiçbir farkı bulunmayan bir bendir.
Kadın, kısa beraberliklerinde ona yıllardır âşık olduğunu hiçbir zaman söylemez. Söylediği takdirde, erkeğe paylaşılmamış bir derin duygudan ötürü sorumluluk yükleyebileceğinden korkar. Zaten ondan bir çocuğu olduğunu da aynı nedenle gizler. Çünkü kadına göre yaşadığı aşk, ancak karşısındaki erkek tarafından bu boyutta anlaşılabildiği takdirde bir “karşılıklı aşk” olabilecektir. Bu olmadığı takdirde kadın, büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır.”
Keyifli Okumalar