Bir Stefan Zweig eserini ilk okuyuşumdu. Kitapta bir kadının saplantılı bir şekilde olan aşkı konu alınmış. Yani bu aşk sonucu hayatını anlatan, yazdığı bir mektubu konu almış. Zweig'in yaşadığı dönem göz önüne alınınca Avrupa bir çöküş ve bunalım içinde bulunmaktadır. Dolayısıyla yazarın, eserlerinde bu durumdan etkilenmiş olduğunu görüyoruz. İncelemeyi yaparken bunu göz önünde bulunduruyorum. Ben kişisel olarak şunu belirtmeliyim ki, ilk sayfalarda meraklı bir şekilde takip ettiğim olay örgüsü, son sayfalara doğru katlanılmaz bir öfkeye dönüştü. Kadında bulunan bu saplantı, kendinden başka herkesi suçlu görmesi ve eleştirmesi, karşısına çıkan fırsatları tepmesi beni çileden çıkardı. Bu kadın tutkulu bir aşk değil, bir ruh hastası edasındadır. Bunun adı aşk olamaz. Kaldı ki bu süreç çocuğunun ölümüne kadar gitmektedir. Ez cümle, bu bir hezeyan mektubu ve bir trajedi olarak algılamalıdır. Bizim okuduğunu anlamayan "heyecanlı gençler", olayı bir aşk masalı olarak lütfen görmesinler. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi okumalar ️