Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Dağ Dili

Bir Tek Daha

Harold Pinter
"…1985 yılında Arthur Miller ile birlikte Uluslararası PEN ile birlikte Türkiye’deki yazarların durumlarını incelemek için Türkiye’ye gittik. Birçok açıdan canlı ve oldukça aydınlatıcı bir seyahatti. Oradayken öğrendiğim şeylerden biri Kürtlerin gerçekten kötü durumda olduğuydu. Gerçekte var olmalarına ve kendi dillerinde konuşmalarına bile izin verilmiyordu. Örneğin, sırf Kürtlerin tarihini yazdığı için 36 yıl hapse gönderilen bir yayımcı vardı. Türkiye’den döner dönmez Dağ Dili’nin birkaç sayfasını yazdım, yazdıklarımdan emin olamadım ve onları rafa kaldırdım. Aslında tümüyle yok etmeyi düşünüyordum ancak eşim böyle yapmamam konusunda beni ikna etti. Üç yıl boyunca üzerine hiçbir şey yapmadım, sonra, bir gün, bu yılın başında konuyu tekrar ele aldım ve oyunu tamamladım. Sorunuza cevap olarak oyunu yazarken çıkış noktasının Kürtler olduğunu söyleyebilirim, ancak oyunun tümüyle Türkler ve Kürtlerle ilgili olduğunu söylemek doğru olmaz. Demek istediğim, tarih boyunca birçok dil yasaklanmıştır. Bildiğiniz gibi, İrlandaca ve Welsh dili bu yasaklamalardan zarar görmüştür; Urduca ve Estonyalıların dili yasaklanmıştır, Baskça yasaklanmıştır… …Evet hayatımda ilk defa Türkiye’deyken işkence görmüş kişilerle bizzat aynı ortamda bulundum. Bildiğiniz gibi işkence ve bu tür muameleler sadece kişinin kendisini değil, tüm ailesini mahveder. Örneğin, İstanbul’da çok kötü bir şekilde işkence görmüş bir sendika lideriyle tanıştım. Hapishaneden çıkmış olmasına rağmen hala zayıftı ve titriyordu. Ancak esas ilgimi çeken karısıydı. Tümüyle dilsiz kesilmiş, sanki konuşma gücünü tümüyle kaybetmişti. Sanıyorum kocasını hapishanede gördüğünden beri tek kelime konuşmamıştı…" 1.Sahne: Kişiler: Genç Kadın, Yaşlı Kadın, Çavuş, Subay "Sahne hapishane duvarının önünde geçmektedir. Hapishanedeki kocalarını ziyaret etmek isteyen bir grup kadın, kar altında dört saattir ayakta beklemektedirler. Bir çavuş ve bir subay tarafından sorgulanmaya başlarlar. Kadınlardan yaşlı olanı askerlerin üzerlerine saldığı bir köpek tarafından ısırılmıştır. Subay kadınlara konuştukları dilin dağ insanlarının dili olduğunu, yasaklı olduğunu ve kocalarının devlet düşmanı olduğunu söyler. Subaya karşılık veren genç kadın cinsel tacize maruz kalır. Daha sonra genç kadının dağ insanlarına ait olmadığı anlaşılır ve içeri girmesine izin verilir." Subay ve çavuş askeri kişilerdir. Dolayısıyla buradan bu hapishanenin sıradan bir hapishane olmadığını ve askeri bir hapishane olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Subayın kadınlara kocaları için zikrettiği "devletin düşmanları" ithamı politik bir ifadedir. Dolayısıyla hapishanedeki mahkumların politik nedenlerle orada olduklarını söyleyebiliriz. İlk sahne doğrudan bir çekişmeyle başlamaktadır. Çavuş hapishanedeki kocalarını ziyaret etmek için sırada bekleyen kadınlara isimlerini sorar ve kadınlar defalarca daha önce isimlerini verdiklerini tekrarlarlar. İnatla aynı sorunun sorulması, inatla aynı cevabın verilmesine neden olmaktadır. Sahnenin uzunca bir bölümünü kapsayan bu tarz diyaloglar, sorgulama eyleminin resmi prosedürünü alaya alır niteliktedir. Sahnenin ilerleyen bölümlerinde de bu alaya alma devam eder. Özellikle subayın köpeğin ısırmadan önce ismini verip vermediğini sorguladığı sırada yazarın aynı üslubu sürdürdüğünü görürüz. Köpeğin ailesi tarafından isimlendirilmesi veya ısırmadan önce resmi usule göre ismini söylemek zorunda kalması saçmadır. Burada subay kadınlarla dalga geçmek için bunları söylüyor olabilir. Her halükarda bu durum askeri prosedürlerin saçmalığını gösterir niteliktedir. Subay ve çavuşun sahne boyunca kadınlar üzerinde iktidarlarını kullandıkları iki an vardır. Bunlardan ilki, subayın konuştukları dili aşağıladığı andır. Subayın dilin yasaklı olduğunu ve kocalarının "devlet düşmanı" olduğunu söylemesi şüphesiz askeri bir söylemdir. Bu söylem gücü elinde bulunduran otoritelerin ürettiği bir politikadır. Bu politika da bir kültürün üzerinde baskı kurmaya yöneliktir, çünkü dil bir kültürü ve kimliği ifade etmenin en temel aracıdır. Askeri gücün ve baskının temsil edildiği bir diğer nokta da çavuşun genç kadını taciz ettiği andır. Çavuş, genç kadını kalçasından tutarak "Hangi dili konuşuyorsun kıçınla" diye sorar. Genç kadın daha sonra ismini söyleyerek kendisinin dağ insanlarına ait olmadığını belirtir. Bu noktada genç kadının tavrına dair birkaç tespit yapmak mümkündür. Sahnenin önceki bölümlerinde "dağ insanları"yla aynı söylemi tutturan bu kadın, subayların cinsel tacizi sonrasında söylemini değiştirmiş ve o sırada bulunmayı reddetmiştir. Öte yandan, kadının kocası hapishanede yatan siyasi bir mahkumdur. Bu sebeple, her ne kadar diğer tarafa geçsin askerler tarafından aşağılanmaktan kurtulamaz; "Kadın da dağlıya pek benzemiyor. Siktiri boktan bir aydın bence." Sahne: Kişiler: Mahpus, Gardiyan, Yaşlı Kadın "Sahne ziyaretçi odasında geçmektedir. Yaşlı bir kadın oğlu olan mahkûmu ziyaret etmektedir. Gardiyan kadına ana diliyle konuşmamasını söyler ve kurala uymadığında, ona sopayla vurur. Gardiyan kendisine yardımcı olmayan mahkumu bir soytarı olarak nitelendirerek, durumu çavuşa rapor eder. Bu sırada anne-oğul farklı bir düzlemde bir araya gelip konuşurlar." Oğlunu ziyarete gelen yaşlı kadın ilk sahnede köpek tarafından ısırılıp elinden yaralanan kadındır. Bu sahnede kendi diliyle konuştuğu için gardiyandan sopa yemesi kadını aşağılayan bir diğer eylem olarak karşımıza çıkar. Kadın aşağılanma karşısında tıpkı ilk sahnede olduğu gibi sessiz kalır, kendisini savunmayı veya bir açıklama yapmayı tercih etmez. İlk sahnede onu koruyan genç kadınken, bu sahnede oğlu onu korumayı dener. Yaralı, konuşulan dili anlamayan ve yaşlı bir kadına şiddet uygulamak gaddarca ve insafsızcadır. Kısacası gardiyanın uyguladığı eylem, insanlık dışı bir eylemdir. Yaşlı kadının sessiz kalması da bu insanlık dışı eylemi vurgular. Gardiyan, annesini koruyan mahkumu "soytarı" olarak nitelendirmektedir. Durumu çavuşuna rapor ederken de aynı kelimeyi tıpkı bir şifre gibi kullanmaktadır. Bu kullanım gizli servislerde veya ordularda operasyon sırasında kullanılan şifreli dili anımsatır. Anne ile oğlun bir araya geldiği anda sahnedeki diğer öğeler donmuş ve ışık yarıya inmiştir. Burada yazarın bu buluşmayı seyircinin empati kurduğu bir an olarak kurguladığını söyleyebiliriz. Anne ve oğlun diyalogu birbirlerine duyulan özlemi dile getirdiği gibi, içinde bulundukları zor koşulları da betimler nitelikledir. Sahne: Kişiler: Kukuletalı Adam, Gardiyan, Çavuş, Genç Kadın "Sahne bir koridorda geçmektedir. Gardiyan ve çavuş kollarında kukuletalı bir adamla yürümekte, genç kadın da onları takip etmektedir. Kadın olmaması gereken bir yerdedir ve ona yanlış kapıdan içeri alındığı söylenir. Bu sırada farklı bir düzlemde kadın kocasıyla buluşur. Düzlem kaybolduğunda kadın kukuletalı adamın kocası olduğunu ve feci şekilde hırpalandığını görür. Çavuş kadına bir dahaki sefere yanlış yapmaması için uyması gereken prosedürleri anlatır. Kadının ödeyeceği bedeller arasında cinsel ilişkiye girmek de yer alabilir." Sahne çavuşun küfür etmesiyle açılır ve kısa bir süre sonra çavuşun küfür nesnesinin yine genç kadın olduğu anlaşılır. Tıpkı ilk sahnede olduğu gibi çavuş genç kadını taciz etmektedir. Burada yine ezen ve ezilen ilişkisi vurgulu bir biçimde betimlenir. Genç kadının aşağılandığı bu anda, farklı bir düzlemin kurulduğunu ve kadının kocasıyla romantik bir buluşma yaşadığını görürüz. Genç kadın bu noktada bulunduğu durumdan kendini soyutlayarak aşağılanmanın getirdiği yıkımdan kurtulmaya çalışır. Ancak bu çok uzun sürmez. Genç kadın kukuletalı adamın kocası olduğunu ve muhtemelen işkenceye maruz kaldığını görür. Çavuş kadına eğer kocası hakkında daha fazla bilgi almak istiyorsa uyması gereken prosedürleri anlatır. Bu prosedürler arasında cinsel ilişkiye girmek de imalı bir şekilde yer almaktadır. Bu noktada ilk sahneden beri iktidar öğelerine baş kaldıran bu güçlü kadının yıldırıldığını ve kocası hakkında daha fazla bilgi edinmek adına kendisine önerilen fahişe rolünü kabullendiğini görürüz. Sahne: Kişiler: Mahpus, Gardiyan, Çavuş, Yaşlı Kadın "Sahne ziyaretçi odasında geçmektedir. Bu sefer yaşlı kadının kendi dilinde konuşmasına izin vardır ancak kadın sessizliğini korumaktadır. Mahkum olan oğlu sandalyesinden düşer ve şiddetle titremeye başlar. Çavuş kızmıştır." Bu sahne ikinci sahneyle aynı mekanda geçmektedir. İkinci sahneden sonra çavuş da gelmiş ve mahpus olan oğul fena halde hırpalanmıştır. Bu sırada gardiyan yaşlı kadına kuralların değiştiğini, yeni bir emre kadar oğluyla kendi dilinde konuşabileceğini hatırlatır. Ancak kadın oğlunun yalvarmalarına rağmen bile tek kelime etmez. Annesinin durumunu gören mahkum titreme krizine tutulur. Her iki karakter de durum karşısında güçlü fiziksel tepkiler üretmektedir. Bu yaşadıkları duygusal yıkımın bir sonucudur. Öte yandan gardiyan duygusuz bir makine gibi hareket etmekte ve arka arkaya aynı kelimeleri tekrar etmektedir. Aynı şekilde çavuş da insanlık dışı bir yaratık olarak çizilmiştir. Mahkumun geçirdiği titreme krizinde bile onu hor görmeye devam eder. Oğluyla kendi dilinde konuşma yasağının kaldırılmasına rağmen yaşlı annenin sessizliğini koruması yazarın bir tercihi olarak durmaktadır. Harold Pinter, kendisiyle yapılan çeşitli röportajlarda da belirttiği gibi 1985 yılında Türkiye’yi ziyareti sırasında işkence görmüş kişilerle tanışmıştır. Pinter, tanıştığı bir işkence mağdurunun karısından oldukça etkilenmiştir. Kadın kocasını hapishanede gördüğü günden beri dilsiz kesilmiş ve tek kelime etmemiştir. Bu sahnede yazar yaşadığı bu deneyimi aktarmaktadır. Yapılan işkencenin ve yasaklamaların sadece uygulanan kişi üzerinde değil ailesinin ve yakınlarının üzerinde de büyük yıkımlara yol açabileceğini vurgulamak istemektedir. Bu sahnede yaşlı kadının sessizliğini koruması yaşadığı travmanın büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Pinter, 1995 yılında Writing for the Theatre için yaptığı bir konuşmada tiyatroda sessizliğin kullanımıyla ilgili şu ifadelere yer vermiştir: "İki tür sessizlik vardır. Birinde tek kelime konuşulmaz. Diğerinde ise adeta bir konuşma seli devreye girmiş gibidir. Gerçek sessizlik çöktüğünde, hala yankılarını tüm çıplaklığıyla duyarız. Dağ Dili’nin en büyük keşiflerinden biri şudur: eğer dil bir baskı aracıysa, sessizlik çok daha samimi ve çok daha fazla özgürleştirici olabilir."
Yazar:
Harold Pinter
Harold Pinter
Çevirmen:
Aziz Çalışlar
Aziz Çalışlar
Tahmini Okuma Süresi: 1 sa. 22 dk.Sayfa Sayısı: 48Basım Tarihi: Mart 1989Yayınevi: Kavram Yayınları
Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
48 syf.
·
Puan vermedi
Pinter 'ın Türkiye'den esinlenerek yazdığı bir oyundur One For the Road. Ben üç kez okudum ve bir hocamın klavuzluğu sayesinde politik bir oyun olduğunu anladim. Sessizlik bir tehdit, bir iletisim aracı. Nicolas totaliter rejimin emsali, Victor ve Gila bu rejimin boyundurugunda kalan halk. 7 yaşındaki Nicky ise rejime yani Nicolas a başkaldırdığı için bir hain ve öldürülüyor. Oyun hakkında yazilacak seyler tabi ki bu kadar kisa ve basit degil. Lakin okumanizi tavsiye ederim.
Bir Tek Daha
Bir Tek DahaHarold Pinter · Kavram Yayınları · 19897 okunma
Reklam
100 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.