Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk? / Suriye ve Filistin Anıları

Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk?

Selahattin Günay

Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk? Gönderileri

Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk? kitaplarını, Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk? sözleri ve alıntılarını, Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk? yazarlarını, Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk? yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Benim bildiğime göre Araplar, askerlik yapmamak ve elden geldiği kadar vergi vermemek, hükümete karşı soğuk davranmak, yabancılık göstermekle kalmayıp, oku­muş tabakası da elden geldiği kadar aleyhte propagandaya girişmiş, bunlar harbin başlangıcından itibaren pek güç ida­re edilegelmişti. Sonsuz müşkülatı ancak silah kuvvetiyle telafiye daima mecbur kalınıyordu. Kitle halinde firarlar, küçük müfrezelere taarruz ve cinayetler o derece artmıştı ki soğukkanlılıkla bun­ları karşılamak her zaman mümkün değildi. Benim mıntıka­mın haricinde, mesela gerek mutasarrıflık gerek hükümet ko­nağı önündeki nöbetçilerin sık sık vurulmasının tabii hale geldiği söyleniyordu. Kendi mıntıkama ait olanlar da sırası geldikçe arz edilecektir. Koca Garbi Arabistan’da kimbilir ne gibi önemli vakalar olmuştur da böyle kanuni fırsat bulunca umumi idare bakımından lüzumlu görülmüştür.
Cemal Paşa hakkındaki görüşü:
Büyük Cemal Paşa’nın emir ve komutası hususunda söz söylemek rütbe ve mevkiim itibarıyla haddim değildir. İda­recilik bakımından, dışarıdan yapılan onca tenkitlere rağ­men, diyebilirim ki çok yüksek evsaftadır. Değerli valileri­miz kendi yanlarında ancak ikmali tahsile muhtaç talebe ha­linde bulunabilir, dürüst, her türlü ahlaki bozukluğundan aridir ve çok yüksek vasıflı vatanperverdir. Mizacı sert, bu­nunla beraber hakkı daima teslim eder ve vicdanî bilerek suiistimal etmez.
Reklam
Nuri Şalan ve Arap aşireti
Bir gün etrafa maaş tevzi ettiğim (dağıttığım) sırada Jandar­ma Tabur Komutanı Binbaşı Zübeyir Bey beni çağırdı. Colan’dan (Golan) Arap kabilelerinin gazveleri (çatışmaları) sı­rasında, külliyetli m iktarda deveyi, yüz kadar müsellah (si­lahlandırılmış) şahsın sürüp götürdüğü ve bunların Ezra Jandarma Bölüğü önünden geçerken yaptıkları müsademede
Filistin’de 2. Bir Cezayir Kurmak İsteyen Emir
....(1914 başları) Ferik Sait Sadi Paşa beni çağırarak, “Seni bir takım askerle Dera-Hayfa Demiryolu üzerindeki Şecere İstasyonu’na göndereceğim. O civarın asayişini temin edeceksin. Bilhassa Şecere ve Abidin köylerine yerleştirilmiş olan Mîr Abdülkadir’in faali­yetlerini tektik edeceksin. Eski Cezayir emirlerinin oğulları Mîr Abdülkadir ile Mîr Ali, civar halkı kendilerine bağlan­ması için tazyik ediyor ve hatta tertip ettikleri adamları ile belirli şahısları öldürtüyormuş. Halkın heyecanını hem tes­kin, hem de bu işlerin iç yüzünü inceleyerek ve tahkik ede­rek bir raporla bana bildiriniz. Takım ihtiyacı ve iaşesi bu­radan gönderilecektir. İcabında takviye de edileceksiniz” dedi. (...) Aldığım sonuç hiç de, bilhassa Mîr Abdülkadir’in lehinde değildi. Bir-iki katl hadisesi vukûa getirmiş, seksen kadar atlı­yı silahlandırmış ve bunlara hususi elbise yaptırmış. Bir taraf­tan gelince kendisini bu hususi süvarilerle karşılatmış, kendi köylerinin ve civarlarındaki köylerin davalarını halle kalkış­mış. Velhasıl bütün harekâtıyla müsait bulduğu ve hükümet merkezlerine oldukça da uzak olan bu yerlerde kendi aklınca ikinci bir Cezayir kurup hakiki bir Emir olmak istemiştir. Ağabeyi Emir Ali daha makul bir adam, bu duruma seyirci kalmıştır. Tutulan tahkikat evrakı ile yazılan raporu Fırka Komutanlığı’na sunulmuştur.
Bir sene sonra, bir gece dayım ve halazademle beraber Beyoğlu’na gezmeye gitmiştik. Devriyeler bizi çevirmek isteyince, yanımdakiler kaçtı, ben “ne istiyorlar” diye aldırış etmeyince yakalandım. Galata Sarayı’na götürüldüm. Kapının önünde­ki kanun zabitleri ve komiserler, “Silahın varsa ver” dediler. Benimde arka cebimde bir çakı vardı, onu vereyim, dedim. Elimi arkaya götürünce hepsi geri geri kaçmaya başladılar, “Tabanca yok, gelin” dedim. Bilmem utandılar mı? Meğer orada bir suçluyu bekliyorlarmış. Beni bir hücreye attılar. Hafiye devriydi, her biri birer ifade aldı, sonra Aziziye Kara- kolu’na sevk ederlerken devriyelere beş altın vererek kaçtım. Kaçmasam kim bilir ne eziyet çekecek, belki hiç yoktan deni­zin dibini boylayacaktım. Halazademin evine geldiğimde her birinin elinde birer tabanca gördüm. Evirip çevirip bakıyor­lardı, “Ne bunlar?” dedim. “Caddeden geçerken devriyeyi vurup seni kurtarm ak için almıştık. Şükür caddeden geçme­den çıkıp geldin, başımızı da beladan kurtardın” dediler. M e­ğer benim geçtiğim yolda değil esas caddede beklemişler. İs­tibdadın (baskıcı yönetimin) bu haline lânet ettim.
Kimilerinin pek sevdiği Hamidin torpillileri:
Sultan II. Abdülhamit devrindeki okul hayatım normal geç­miş sayılmaz. Hususi aldığım derslerle 1322 rumi yılında (1906/1907) Mekteb-i Hendese-i Mülkiye’ye müracaat ettim. 450 idadi mezunu talip arasında imtihan ve ayrıca müsaba­kaya girdim. Alınacak kırk efendiden otuz yedinci olarak ka­bul edildimse de eşyalarımı alıp mektebe geldiğimde, Okullar Kumandanı Topçu Ferik Mazhar Paşa’nın karşısına çıkardı­lar. Bu adamcağız ezilip büzülüp şöyle söyledi: “Hereke’den beş efendi iradeyi seniye (devlet katından gelen bir emir) ile imtihansız olarak Hendese-i Mülkiye’ye alınmıştır. Sen de otuz yedinci olduğun için şimdi alınamayacaksın, ne yapalım talihine küs.” İstibdat döneminde ağzım açıp bilhassa padişa­ha karşı bir şey söylenmezdi, yutkundum. Çok çalıştığım hal­de, çok istediğim bir okula giremeyince herhalde rengim de­ğişmiş olacak ki, “Oğlum fazla üzülmeyiniz, arzu edersen se­ni de doğrudan doğruya Topçu Harbiyesi’ne aldırayım, usul­den değil ama ben de bir irade çıkartayım” dedi. İsyan içinde bulunan ruhum taşmak üzereyken yalnız, “Hayır hayır başka lütuf istemem” dedim. “Oğlum senin kadar ben de müteessi­rim, başka ne yapabilirim, sen bu akşam babanla görüş, ya­rın bana haber ver” dedi. Babama söylediğimde o da çok müteessir oldu; “Gitmemen belki hayırlıdır” dedi.
Reklam
Babam Hafız Halil, emir ve komuta altında yaşamayı sevmez. İstibdada karşı daima isyankâr tavır takınmış ve bu yüzden kendisi başta ol­mak üzere, beş arkadaşıyla birlikte Sultan II. Abdülhamit ta­rafından Şam’a sürülmüştür. Pehlivan yapılıdır ve silah kul­lanmasını bilir; toksözlü ve cesurdur.
152 syf.
·
Puan vermedi
1912-1918 yılları arasında Filistin ve Suriyede subay olarak görev yapan Selahattin Günay’ın anılarını yazdığı kitap, o dönemde bölgedeki insanların davranışları ve dönemin olayları ile ilgili birinci ağızdan bilgiler içeriyor. Özellikle Arapların Türklere bakış açılarının nasıl önyargılı olduğu ve yanlış tanıdıkları anlaşılıyor. Hatıra sahibi bölgede Osmanlı hakimiyetinin devamı için elinden geleni yapıyor. Beni şaşırtan kısım ise kitabin sonunda Lawrence'i yakaladığını anlatır bunu Lawrenceda "Bilgeligin yedi sütünü" kitabında doğrular hatta kitapta Selahattin Günay'a iftira atar. İskence yaptığını söyler. Bu olay ayrıca 1960larda çekilen "Arabistanli Lawrence" filminde yansıtilmıştır izlemek isteyenler için linki aşağıda bırakıyorum youtu.be/kLXB55ATiDA Anı kitaplarından hoşlananlar için tavsiye edilebilir...Sadece okurken biraz zorlanabilirsiniz eski Türkçe çok terim
Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk?
Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk?Selahattin Günay · Türkiye İş Bankası Yayınları · 200638 okunma
Bir gün, evvelce jandarmalık yapmış, beni tanıyan ve fakat Busr-ı Eski Şamlı olmayan bir Arap nasılsa kale kapısındaki jandarmaları kandırmış, silahıyla içeri girmiş, dahili teşkilatı bildiği için doğru benim bulunduğum burca çıkmış; tesadüf bu, derhal gözüme çarptı. Odamın kapısı da açıktı. Beni görünce tüfeğini doğrultup, 'daha iyi vurayım' diye bir iki adım daha atarken derhal tabancamı doğrultarak bağırdım. O, esasen tabanca kullandığımı bilir, ilk fırsatta başarılı olamazsa ölümün mukarrer (kaçınılmaz) olduğuna inanır olanlardan olduğu için derhal tüfeği attı, yüzükoyun yere kapandı ve hemen yalvarmaya başladı
Ben vatanımı ve şerefimi İngiliz altınına satamam. Ben Faysal ve Abdullah değilim.
77 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.