Büyük Medeniyet Savaşı - Ortadoğu'nun Fethi Gönderileri
Büyük Medeniyet Savaşı - Ortadoğu'nun Fethi kitaplarını, Büyük Medeniyet Savaşı - Ortadoğu'nun Fethi sözleri ve alıntılarını, Büyük Medeniyet Savaşı - Ortadoğu'nun Fethi yazarlarını, Büyük Medeniyet Savaşı - Ortadoğu'nun Fethi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bir Batılının gözünden Batı'nın Doğu'da yaptığı tahribatın güzel bir tahlili... Yazarın yazdıklarını bir Doğulu yazsaydı, muhtemelen Batı düşmanı olmakla suçlanırdı.
Hayır, ağlamadı. Gözlerini bağladılar. Fakat idam edilmeden önce, dört çocuk babası olduğunu söyledi. Ve canının bağışlanması için yalvardı. 'Çocuklarıma ve karıma kim bakacak?' diye soruyordu. 'Ben Müslümanım. Lütfen Allah'tan korkun — Saddam aşkına, Allah aşkına yardım edin bana. Çocuklarım var. Ben muvazzaf değilim, yedeğim. Savaştan kaçmadım, birliğim yok oldu,' diyordu. Fakat komutan onu kendi elleriyle öldürdü, kafasına ve göğsüne ateş etti. Ardından bir sigara yaktı. Ve Halk Ordusu'nun diğer askerleri toplanıp el çırparak bağırdı: 'Çok yaşa Saddam.'
Küçük kızı sessizce bizi izliyor. Beş yaşlarında, şımarık, neşeli bir kız; kabarık kahverengi saçlı, yüzünde cin gibi bir gülümseme. "Okula giderken çarşaf giyiyor," diyor annesi. "Feriştah, hadi okula giderken nasıl olduğunu göster bize." Feriştah yatak odasına koşuyor ve adeta yas tutar gibi bir edayla dönüyor geri; tepeden tırnağa kara çarşaf içinde, saçları örtünün altında kaybolmuş. Ardından ciddiyetini takınıyor ve tekrar çocuk olmak üzere ağır ağır yatak odasına yürüyor.
Biz gazeteciler olayların aslını okuyucularımıza ulaştırmayı başaramadığımızda, sadece işimizi yapmamakla kalmayız; aynı zamanda haberini verdiğimizi düşündüğümüz kanlı olayların da bir parçası haline geliriz.
Tek bir gecede 150 kadın kurşuna dizilmişti. Bunlardan en az kırkına, infazdan önce sağ ellerine ve sol bacaklarına isimlerini yazmaları söylenmişti, zira idam mangası 'işi çabuk bitirmek için' başlarına nişan aldığı için tanınmaz hale geliyorlardı ve infazdan sonra kimin kim olduğunu ayırt etmek zor oluyordu.
Afganistan'daki Sovyet askerleri (en azından Müslüman Sovyet askerleri) ülkelerinin en kutsal simgesini, babalarının 1941-45 yılları arasında başlarında gururla taşıdıkları kızılyıldızı söküp atıyorlarsa, Afganistan kanseri ruhlarını çoktan yiyip bitirmeye başlamış demekti. Müslüman din kardeşleriyle savaşmaları için gönderilmişler ve bu emre itaat etmemeye karar vermişlerdi.
Taliban hatırlamadığı bir ülkeyi yeniden inşa etmek için değil, mülteci kamplarını daha geniş bir ölçekte kurmak için gelmişti. Bu yüzden eğitime de gerek yoktu. Televizyona da. Kadınlar evde oturmalıydı, aynı Peşaver'deki çadırlarında oturdukları gibi.
Biz muzafferler Araplara bağımsızlık, Yahudilere de Filistin'de bir vatan sözü verdik. Sözler tutulmak için verilir. Ancak bu sözlere (Yahudiler doğal olarak vatanlarının bütün Filistin olacağını düşündüler) ihanet edildi ve bugün Ortadoğu'daki milyonlarca Arap ve Yahudi bunun sonuçlarıyla yaşamaya mahkum edilmiş durumda.
Biz Batılıların Türkiye'nin Osmanlı İmparatorlugu'nun enkazının altından hiç çıkmayacağını düşündüğümüz bir dönem vardı. Elbette Atatürk'ü seviyorduk: Ortadoğu'daki "güvenilir ve güçlü adamdı" o, kadınları erkenden (doğru tabir buysa) "yetkilendirmesinden", laik toplumundan, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişinden pek memnunduk ve İkinci Dünya Savaşı'ndan önce öldüğü için pek üzülmüştük...
Mühendis Gülbeddin Hikmetyar’ın yerel gerilla komutanlarından ikisi, geçen ay saçlarını aynı anda kestirmek istemiş, tıraş için kimin sırasının önde olduğuna karar vermeden önce berberi ve başka iki adamı öldürmüşlerdi.
Bin Ladin ile görüşmemden iki ay sonra silahlı adamlar Hartum’daki evini bastı ve onu öldürmeye çalıştı. Sudan hükümeti, muhtemel katillerin CIA tarafından kiralandığından kuşku duyuyordu. Batılı güçler tarafından bir zamane Mehdisinin hiç alemi yoktu elbette. Aynı yıl Suudi Arabistan Bin Ladin’i vatandaşlıktan çıkardı. Suudiler ve sonra Ameriklılar, Sudan’dan Bin Ladin’in iadesini talep etti.
Sudan’ın, altmış yıllık Kahire merkezli Britanya yönetiminden ve neredeyse kırk yıllık çok parçalı bağımsızlıktan milliyetçi yönetime geçtiği o on üç yıl, ülkeye zayıf, yorgun ve karmaşık bir kimlik kazandırmıştı.