Rousseau, bilim ve sanatın, insan uygarlığının gelişimine katkı sağladığı gibi, onları aynı zamanda verdiği eğitim sistemi ile tektipleştirip, sabit zihniyetli kölelere çevirdiğini anlatıyor. Aynı zamanda o dönemin bilimi kutsallaştıran entelektüel insanlara da , bu kadar kutsallaştırdığınız bilim olmasa bile sabaha uyanamaz mıydık, biz olamaz mıydık türevinde varoluşsal sorular da sormaktan çekinmiyor. Bunun, sorgulanması iyi bir şey lakin günümüzden baktığımızda bu tek tipleştirmenin ve gerekliliğin, ekonomik sistem menşeili bir olgu olduğunu görüyoruz. Yani bilimin ve sanatın da icra ve eğitim yöntemlerini bu saikler düzenliyor en nihayetinde. Rousseau, sorunu yanlış yerlerde arayan bir romantik olduğunu görüyorum. Ama yine de bu eleştirel tavrın hoşuma gitmediği değil. Çünkü o dönemde bilim ve sanat ana önemli iki unsur ve bu iki unsuru eleştiren nadir entelektüel zihinlerden birisin en nihayetinde. Bu çaba bizim bilime ve sanata karşı, zihnimizi diri tutmaya yarayan bir başlangıç olabilir.