Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Kur’an-Evrim Münasebetinde Usuli Hatalar

Eşref-i Mahlukatı Anlamak

Melikşah Sezen

En Eski Eşref-i Mahlukatı Anlamak Sözleri ve Alıntıları

En Eski Eşref-i Mahlukatı Anlamak sözleri ve alıntılarını, en eski Eşref-i Mahlukatı Anlamak kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Teist, peygamberlerin ve dinlerin mevcudiyetini kabul etsin ya da etmesin Allah inancına sahip olan herkesi ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin tümü bu kavramın içerisine dahil edilmektedir. Fakat bağlamdan da anlaşılacağı üzere teist olmak Müslüman olmakla aynı şey değildir. Sadece Allah, peygamber ve
Küfür, bir kimseyi dini daireden çıkaracak söz, fiil ve tasdikleri ifade eden genel bir kavramdır. Sözün veya fiilin bizatihi kendisi zahiren küfür emarelerine sahip olsa da bu söz veya fiile sahip kimsenin, o söz veya fiili serdediş niyeti, ilgili konudaki bilgisi, ilgili hâlin hakiki mânâda küfür olarak nitelenip nitelenmeyeceğini değiştiren önemli unsurlardır. Bu nedenle küfür bahisleri itikad eserlerinde 'küfr-i lafzî’, 'küfr-i inadî’, 'küfr-ü hükmî’ vb. kategorilere ayrılarak tasnif edilmiştir. Dolayısıyla küfür sözü ile kişinin kâfir olması aynı şey değildir. Mesela, 'Allah yoktur’ demek küfürdür dediğimizde; bu sözü kimin, hangi niyetle, hangi koşulda ve hangi amaçla söylendiğine bakmaksızm her telaffuz edeni kâüı' kabul ederiz demiş olmayız. Aksine bunu bir kâfirin böyle söylediğini nakletmek için paylaşan kişiyi, ateist bir düşünceye nasıl cevap verileceğini öğretmek üzere talebelerine ders verirken anlatan bir hocayı vb. halleri yani niyeti, amacı, bilgisi farklı olan kişilerin bu telaffuzlarının kendilerini kâfir yapmadığını teslim ederiz.
Reklam
Peşinen ifade edilmelidir ki evrim zarurât-ı diniyye sınırlarında bir konu değildir. Yani kişinin evrim kabulünde olması onun İslâm dairesinden çıkmasını tek başına gerçekleştirmez. Kişi Kur’ân’ın ilgili bahislerdeki buyruklarını, bu konudaki delâlet bahislerini, bilimsel çalışmaların kat’îyyet durumunu bilmeyip bir tercihe kendi bilgileri
bir fizikçi için mesela yakıcı ve yanıcı nesnelerin buluşması yanma fiilinin gerçekleşmesini zorunlu kılabilir. Çünkü ona göre bu tabiatın zorunlu bir kanunudur.43 Bir Müslüman ise olaya bu kadar mutlak, keskin hatlı bir pencereden bakmaz. Elbette Müslümanlar nazarında da tabiatın bir işleyiş düzeni olduğu sabittir. Fakat bu tabiat nizamı mutlak değildir. Allahu Teâlâ bu nizama muvafık olmayan istisna yaratmalar gerçekleştirebilir.44 Çünkü âleme yerleştirilen düzen yani âdetullah bir zorunluluk barındırmaz sadece âdet olmuş bir ardışıldığı ifade eder. Allah Teâlâ’nın tabiata yerleştirdiği nizama sünnetullah/ âdetullah diyoruz. Alemi bu nizam anlayışı ile kavrayıp varlığımızı bu sayede idame ettiriyoruz. Bu nizam o kadar açıktır ki kelâm literatüründe isbât-ı vacib delilleri arasında “nizam delili’ adıyla kendisine önemli bir yer bulmuştur. Fakat bilimin anladığı ile sünnetullahın sunduğu tabiat işleyişi ve anlayışı aynı değildir. Sünnetullah, âlemin nizamının zorunluluk ilkesiyle sürdürülmesini ifade etmez. Bu nizama müdahaleyi, onda gerçekleşecek inkıtaı kabul eder. Mucizeler inkıta ve müdahalenin en müşahhas misalidir. Bazı kimselerin mucizeleri inkâr etmesi yahud bunları bildiren haberleri te’vil etmesi sözkonusu neticeyi değiştirmez. Çünkü mucizeler çalışmanın başlarında paylaştığımız mütevatir haber vasıtasıyla bildiğimiz bir bilgidir. Peygamberlerin mucize gösterdiklerine yani tabiattaki nizama, tabiat kanunlarına uymayan filler ortaya koyduklarına dair şehadet ve haberler Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından da ikrar ve kabul edilmektedir."'/45
tabiatta canlıların vücut bulması sürecinde de bir nizam olması gayet mümkündür. Bir canlının anne rahminden vefatına değin geçirdiği safhalarda da bu nizamı görmek mümkündür. Fakat bu nizam/kanun bulma yaklaşımı mutlak bir bakışa dönüşüp sebep-sonuç ilişkisi olmadan bir şeyin mevcudiyetini muhal bulmaya dönüşmemelidir. Alem-i şehadette müşahede ettiğimiz yaratmalarda evrime dair bir tek tür değişikliği gözlemlenememiş, kaydedilmemiş, nakledilmemişken sadece kâinatta sünnetullahın mevcudiyetinden hareketle, insanın da tabiat nizamı içerisinde halk edilmiş olmasını mutlak kabul etmek, bunu evrime İslâmî bir referans kılmak ve “Kur’ân ve tabiat âyetlerinin haykırdığı hakikattir evrim"47 gibi sloganik söylemler üretmek hakka uygun değildir. İslâm’ın böyle zorunluğa dayalı bir âdetullah tasavvuru sunmadığı tarihten bugüne yaşayan Müslümanlar tarafından teyid edilmiş bir gerçektir. Hâl böyle olduğunda bir âyet-i kerimenin te’vili söz konusu olunca bu te’vili hangi tasavvura sahip kişinin gerçekleştireceği, âyeti kimin tefsir edeceği ciddi bir öneme evrilmektedir. Dolayısıyla, “Kur’ân’dan bir âyeti tefsir ettiğini söyleyen herkese kulak verip, onun isabet ettiğini düşünebilir miyiz?’ meselesi bile başlı başına cevap isteyen bir bahistir. 47 Bkz.; Mustafa İslamoğlu, Tabiat ve Kur'ân Ayetleri Işığında Yaratılış ve Evrim, s. 150
Kur’ân-ı Kerim’e dayanarak bir bilimsel iddiada bulunanlara yahud bir bilimsel bilgiyi Kur’ân’a nispet etmeye çalışanlara karşı kullanıldığı gibi aynı zamanda bilimsel kabullere Kur ân’dan hareketle itiraz getirenlere karşı da kullanılan 'Kur’ân Kerim bir bilim kitabı değildir’ argümanı bize göre söz konusu bağlam ve kastedilen anlama göre
Reklam
Kur’ân-ı Kerim’i bir bilim kitabı olarak görmek ve bilhassa halihazırda üzerinde çalışılan, neticeye varmamış, sübüt kazanmamış teorileri Kur’ân’a nispet etmek, söz konusu bilimsel çalışmalar neticeye varana değin geçirdiği her safhada ve yaşadığı değişimde sanki Kur’ân’ın sıhhati de değişiyormuş intibaı yaşatacağından dolayı son derece tehlikelidir. Bu konuda Muhammed Ebu Zehre’nin (ö. 1974) şu ifadeleri dikkate değerdir: “Bu tip ( henüz sübüt kazanmamış) teorileri Kur’ân’a şahit yapmakve Kur’ân âyetlerini bu tür kesinleşmemiş ilmî buluş ve nazariyelere tatbik etmek büyük bir yanlıştır; çünkü kesinleşmemiş ilmî teoriler zamanla değişebilir, bu durumda ise Kur’ân’ın mânâlarının bilimsel teorilere göre değişebildiği düşüncesi ortaya çıkmış olur ki bu kabul edilebilir bir şey değildir.”52
Bir insanın Müslüman olması onun İslâm hakkında konuşabilmesini ve bu konuşmanın sıhhatli sürmesini garanti eder mi? Elbette etmeyecektir. Mevzu buraya gelince ne yazık ki o ana kadar bilimsel aristokrasiden yana olanlar bir anda bu ölçüleri hatırlatanları “dinde ruhban sınıfı talep etmekle’ itham etmektedirler. Bu argüman İslâm açısından
Pozitivizm ile birlikte bilimsel çalışmaların dini, felsefi beyanlara karşı kazandığı karizma bugün 'bilimcilik' inancına evrilmiş durumdadır. Bilimsel bir beyan olduğu iddia edilen herhangi bir kabule itiraz etmeniz -gerekçeniz her ne olursa olsun- sizi bilimden anlamayan, bağnaz, tutucu vb. biri olarak nitelemeye yetecektir. Bugün hemen her konuda ancak bilim insanlari konuşmalıdır gibi bir algı yayılmakta ve bu algı sebebiyle bilim insanları kendi sınırlarını aşan konularda cesurca söz söylemektedirler. Konjonktürel psikolojik gücü kullanan bazi bilim çevreleri bundan hiç rahatsızlık duymamakta ve dini de felsefeyi de sosyolojiyi ve trahidi de kendi kabulleri çerçevesinde âdeta yeniden inşa etmektedirler..
141 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.