Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gizli Ev Gönderileri

Gizli Ev kitaplarını, Gizli Ev sözleri ve alıntılarını, Gizli Ev yazarlarını, Gizli Ev yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Yeni yaşamlarına başlamak üzereydiler. Hatch de bu yüzden yan­lış bir şey söyleyerek gecikmelere neden olmak istemiyordu. Tekrar baba olma isteği onu şaşırtıyordu biraz. Sanki geçen beş yıl tam anla­mıyla yaşayamamıştı. Şimdi o sürede kullanmadığı enerji içine doluyor, onu haddinden fazla canlandırıyordu. Şimdi renkler daha canlı, sesler daha ahenkli ve duygular da daha yoğundu. Gitmek, yapmak, görmek ve yaşamak için adeta hırs duyuyordu.
Yaşamlarını sürdürmek ikisi için de evde bir çocuk olması anlamı­na geliyordu. Çocuğu, geçmişi yakalamak için romantik bir araç olarak kullanmayacaklardı. Jimmy'nin ölümünün etkisinden tümüyle kurtul­mak için çocuğu onun yerine geçirecek de değillerdi. Sadece çocukla­ra nasıl davranılacağını biliyorlardı. Kendilerini bir küçüğe adamak onla­rı çok mutlu edecekti. Ama çocuğu evlat edinmek zorundaydılar. İşte zor olanı da buydu, ündsey, Jimmy'ye hamileyken çok kötü günler geçirmişti. Doğum da çok uzun sürmüş ve ıstıraplı olmuştu. Jimmy sonunda dünyaya geldiği zaman doktorlar ündsey'ye bir daha çocuğu olamayacağını söylemiş­lerdi.
Reklam
Bira tenekesini açıp bir yudum aldı. Sonra çikolatalı kurabiyelerden yemeye başladı. Ölmüş olmak istiyordu. Ancak o zaman Öbür Tarafta­ki yaşamına başlayabilecekti. Birasını bitirerek yatağa uzandı. Uykuya daldı. 'Rüya görüyordu şimdi. Hiç görmediği insanlar ve bilmediği yerler­le ilgiliydi rüyası. Tanık olmadığı olaylarla da. Şimdi etrafını sular sarmıştı. Buzlar yüzüyordu suda. Şiddetli rüz­gâr kar tanelerini uçuruyordu. Tekerlekli sandalyede bir kadın hem gülüyor, hem de ağlıyordu. Hastanede bir yatağın üzerine çizgi çizgi güneş ışıkları düşüyordu. Tekerlekli iskemledeki kadın gülüyor ve ağlı­yordu. Tekerlekli iskemledeki kadın gülüyordu. Tekerlekli iskemledeki kadın. Kadın.
Başını kaldırdığı zaman birkaç katın asansör boşluğuna açılan kapı­larını görebiliyordu. Bir servis merdiveninin paslanmış çelik basamakları yukarıda, karanlıkların arasında kayboluyordu. Bazen o merdivenden yukarı çıkar, oradaki odadan kolaylıkla Cehenneme geçerdi.
İnsanın kırık kalbini bir mucize onaramazsa başka ne onarabilirdi? Hatch, «Seni seviyorum...» dedi. Lindsey'nin gözyaşları artık sicim gibi akıyordu. «Ben de seni sevi­yorum...» Sonra Nyebem onu yatıştırmak ister gibi elini omzuna koydu. Bu da yine sevecen bir hareketti. Lindsey büsbütün ağlamaya başladı ama hıçkırıkları arasında gülüyordu da. Sonra Hatch'in de gülümsediğini farketti. «Her şey yolunda.» dedi kocası. «En kötüsü... sona erdi. En kötü­ sünü... geride bıraktık...»
Hâlâ o ihtiyacı hissediyordu. Öldürme ve yaratma ihtiyacını. Barsak alev alev yanıyordu ama bunun içtiği romla bir ilgisi yoktu. Göğ­sünü çelik şeritler sıkıştırıyordu sanki. Kalbi yayı boşalma noktasına gelinceye kadar kurulmuş bir saat gibiydi. Keşke Ahu adını verdiğim o kadının pişinden gitseydim, diye düşünüyordu. Kulaklarını öldükten sonra mı keserdim, yoksa sağken mi? Dolgun dudaklarını birbirine dikerek ağzını kapatırken, sanatçıya yakışan bir şeyi açıkladığımı anlayabilir miydi? Herhalde anlayamazdı. Diğerleri de benim olağanüstü yeteneğimi anlayamadılar. Onlarda o zekâ da yoktu, sezgi de...
Reklam
Vassago, Margaret'i öldürürken, daha sonra yaptıklarının ona ver­diği zevki duymamıştı ama yine de kızı tanıdığı için memnundu. Marga­ret"in inadı, budalalığı ve kendi kendini kandırması katilin doyuma erme­sini engellemişti. Ama hiç olmazsa Vassago'nun barda kızın etrafında gördüğü o ışıltı sönmüştü artık. İnsanın sinirine dokunan o canlılığı da yok olmuştu. Şimdi vücudundaki tek enerjiyi içine doluşmuş olan leş yiyiciler oluşturuyordu. Onun etini yiyor, Jenny gibi bir deri bir kemik kalmasını sağlıyorlardı.
Vassago kız öldüğü zaman ondan daha hoşlanacağını sanmıştı. Ama nefreti yine de sönmedi. Kızın cesedini birkaç dakika için göğsüne bastırarak sıcaklığının kaybolduğunu hissetti. Ama Margaret'in vücudu­na ölüm soğukluğunun yayılması da onu gerektiği kadar heyecanlandır­madı. Çünkü kız sonsuz hayata inanarak ölmüştü. Vassago onun gözle­rinde ölümü tanıdığını belirten o ifadeyi görememişti. Margaret onun elinden almıştı bu zevki. Vassago kızın gevşek vücudunu tiksintiyle bir kenara itti.
Margaret bir gece on birde oturduğu apartmanın çamaşırlığına inmek gibi bir hata yaptı. Dairelerden çoğunda halleri vakitleri yerinde orta yaşlı kimseler oturuyor, bazılarını da öğrenciler paylaşıyorlardı. Bel­ki de bu durum, ayrıca mahallenin güvenli bir yer olması ve ışıklandırma, kızın kendisini emniyette sanmasına yol açtı.
Kadınları öldürmeyi yeğliyordu. Çünkü toplum onları cinselliklerini herkesin suratına çarpmaları için erkeklerden daha fazla teşvik ediyor­du. Kadınlar da bunu makyaj, dudak boyası, baş döndürücü kokular, vücut hatlarını iyice belli eden kılıklar ve kırıtkan davranışların yardımıy­la başarıyorlardı. Ayrıca bir kadının rahminden yeni bir hayat çıkıyordu. Vassago ise hayatı mümkün olan her yerde yok etmeye yeminliydi. Kadınlardan, kendisinin en tiksindiği yanı olan şey geliyordu. İçinde hâlâ titreşen ve onun ait olduğu ölüler ülkesine gitmesini engelleyen o can.
Reklam
Hiçbir şey Vassago'yu başkalarının cinsel ihtiyaç ve heyecanları kadar öfkelendirmezdi. Cinsellik onu ilgilendirmiyordu artık. O zamana kadar öldürdüğü kadınların ırzına da geçmemişti. Başkalarının cinselliği­ni sezdiği zaman duyduğu öfke ve tiksintinin nedeni kıskançlık değildi. Bunun temelinde iktidarsızlığın bir ceza ya da hiç olmazsa haksızca bir yük olduğu duygusu da yatmıyordu. Hayır. Vassago artık ihtiras ve özlemden kurtulduğu için memmundu. Sınırdaki ülkenin vatandaşı olalı ve mezar vaadini kabul edeli beri şiddetli arzularını kaybettiği için pişmanlık duymuyordu. Ama seks düşüncesinin bile kendisinde bazen müthiş bir öfke uyandırmasının nedenini anlayamıyordu. Çapkınca bir göz kırpılışı, kısa etek ve dolgun göğüslerin üzerinde gerilmiş bir kaza­ğın niçin onda işkence yapma ve öldürme isteklerini uyandırdığını da bilemiyordu. Ancak buna seksle yaşamın birbirine iyice karışmış olması­nın yol açtığından kuşkulanıyordu. Herkes kendini korumaktan sonra seksin en güçlü insanca güdü olduğunu söylüyordu. Seks yoluyla hayat yaratılıyordu. Vassago bütün o bayağı renkleriyle yaşamdan nef­ret ediyordu. Öyle yoğun bir nefret duyuyordu ki, seksten tiksinmesi de normaldi.
Herkes mırıltılarla birbirini kutladı ve hepsi de rahatlayarak gülüm­sediler. Gerçek bir savaş alanında duyulacak sevinçli, zafer dolu çığlıkların bir karşıtıydı bu. Onları engelleyen alçakgönüllülük değildi. Hepsi de Harrison'un durumunun hâlâ kritik olduğunu biliyorlardı. Ölüme kar­şı giriştikleri savaşı kazanmışlardı ama hasta henüz kendine gelmemiş­ti. O uyanıncaya ve kafasının çalışması denenip değerlendirilinceye kadar o kötü ihtimal hep olacaktı. Harrison beyni onarılamayacak bir biçimde zarar gördüğü için acı ve düşkırıklığı dolu bir yaşam sürmeye mahkûm olabilirdi.
Hastada taşıkardi görülüyor, hafifle ciddi arasında değişip duruyor­du. Kalbi dakikada yüz yirmi atarken birdenbire iki yüz otuza çıkıyordu. Hipotermi ve epinefrinin neden olduğu geçici bir şey olmalıydı. Ama geçici bir duruma da benzemiyordu pek. Nabız her düşüşünde bu bir önceki sayıya kadar inmiyordu. Kalbin her hızlanışında EKG gitgide artan bir aritmiyi gösteriyordu. Bu sadece hastanın kalbinin durmasına yol açabilirdi. Jonas artık terlemiyordu. Çünkü Ölümle savaşmaya karar vermiş, ve harekete geçmişti. Onun için de sakinleşmişti artık. «Onu uygula,» dedi.
Katil uzun, meyilli rampadan inerek bir uçak hangarı kadar geniş bir yere girdi. Vaktiyle burada Cehennem yaratılmıştı. Hayal gücü olmayan lunapark yapıcısının planlarına göre oluşturulmuştu. Etraftaki kaya biçimi verilmiş beton parçalarını yalayan alevler bile vardı. Gaz tüplerin­den fışkırıyordu bu alevler. Gaz çoktan kesilmişti. Cehennem de zifiri karanlıktı şimdi. Ama tabii Katil için değil.
... Lindsey yirmi beş yaşındaydı. St. Joseph hastanesinin doğum bölümünde yatakta, yastıklara dayanmış oturuyordu. Hemşire ona bat­taniyeye sarılı küçük bir şeyi getiriyordu. Bebeğini. Oğlu James Eugene Harrison'u. Dokuz ay taşıdığı ama henüz görmediği, bütün kalbiyle sevdiği ancak hâlâ tanışamadığı çocuğunu. Hemşire gülümseyerek-bebeği Lindsey'nin kucağına bırakıyordu. Genç kadın mavi pamuklu battaniyenin saten geçirilmiş kenarını şefkatle kaldırıyordu. Ve o zaman kollarındakinin göz çukurları boş, küçücük bir iskelet olduğunu görüyordu. Kemikten parmakları bebeklerin yaptığı gibi isteğini açıkla­mak için bükülmüştü: Jimmy de herkes gibi içinde ölümle dünyaya gelmişti. Daha beş yıl geçmeden kansere kurban gidecekti. İskelet çocu­ğun küçük, kemikli ağzı uzun, ağır ve sessiz bir feryatla açılıyordu...
42 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.