Epey bir zamandır pek çok yerde karşıma çıkıyordu Haruki Murakami ismi. Çevremde kitaplarını okuyan ve ondan övgüyle söz eden pek çok insan vardı, gazetelerin kitap eklerinde hakkında olumlu yazılar okudum, bakındığım kitapçı raflarında hep iyi yerlerde konuşlanmış gördüm kitaplarını. Ama ben nedense bana hitap etmeyeceğini düşüğündüğüm bir bestseller yazarı olarak kodlamışım kafamda, yüz vermedim Murakami'nin bana habire göz kırpan kitaplarına. İlk kez bir kitap fuarında yine nedendir bilinmez yendim bu direncimi ve iki kitabını birden aldım: Karanlıktan Sonra ve Sahilde Kafka. Ve sanırım, sarmazsa kalın olanı elimde uzun süre kalmasın diye, daha kısa olmasının da etkisiyle Karanlıktan Sonra'yla başlamaya karar verdim.
Çok akıcı, duru bir dili var yazarın. Elinize aldığınız andan itibaren su gibi akıp gidiyor (bakmayın benim dört günde bitirdiğime. hayatımdaki yoğunlukla ilgili, yoksa bir günde bitirilecek bir kitap bu). Öykünün şimdiki zaman kipinde anlatılıyor olmasının da bu akıcılıkta payı olduğunu düşünüyorum sebebini açıklayamayacağım bir biçimde.
Bir gecede olup bitenleri anlatıyor yazar. Dakikalar ilerledikçe Tokyo'nun farklı semtlerine, semtlerde yaşayan karakterlerin başından geçenlere götürüyor bizi. Sorduğu soruların hiçbirine yanıt vermiyor, aslında soru da sormuyor. Yalnızca anlatıyor, anlattıkça açılıyor, sürüklüyor.
Tek bir kitapla yorum yapmak doğru değil belki ama bu kitabından yola çıkarak söylüyorum; özgün bir anlatımı olan, farklı bir yazar Murakami, hakkını teslim etmek lazım. Diğer kitaplarını okumaya da şimdiden karar verdim.