İslam siyaset teorileriyle ilgili ilk görüşler, peygamberin vefatını takip eden dönemde, dört halifeden sonra başlayan sultanlık devrinin meşruiyeti üzerine yapılan tartışmalarla ortaya çıkmıştır.
Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir yönetim biçiminin zikredilmemiş olmasına rağmen, adalet, liyakat ve şûrâya sık sık vurgu yapılması, yönetim modelinden ziyade, yönetenlerin ahkâkî sorumluluğunu öne çıkarır.
Bilhassa "siyasal yetki kaynağının Kur’ân'ın hiç onaylamayacağı biçimde güce dayandığı” Emeviler döneminden itibaren halifenin Allah’ın vekili olarak vasıflanarak ilâhî bir kaynağa bağlanması, bu makamın aldığı
kararların tartışmasız kabul edilmesine de sebep olmuştur.
Bu dönemde, kader, hayır ve şer (iyilik ve kötülük), sabır, tevekkül gibi kavramların tamamen halife hükümdar kurumuna teslimiyet esasına göre yorumlanması aynı zamanda önemli bir muhalefetin oluşmasına da yol açmıştır. 
Bu süreçte imâmet hilafet ehl-i sünnet Şia mezhepler ve tarikatlar siyasi ve sosyal kültürel şartların ortaya çıkardığı birer politik teoloji araçları olarak gelişerek siyaset kurumuna eklemlenmiştir