Ne garip tecellidir ki, geçmiş asırlarda yüzlerce ayeti bir tek ayete nesh ettiren çevreler, Kur'an'ın evrenselliğini savunanlar arasında görülmüş; Sünnî gelenekte genel kabul gören nesh anlayışına şiddetle karşı çıkan ve nasih-mensuh problemini tahsis (hükmü daraltıcı yorum) formülüyle çözme önerisinde bulunan Mu'tezilî müfessir Ebû Müslim İsfahânî ise -muhtemelen sırf Mu'tezilî olduğu için- yaşadığı dönemde bir bakıma tarihselci olarak kategorize edilmiştir.
Tarihin belli bir döneminde inen ve yine ilk olarak belli bir ilk muhatap kitlesine hitap eden Arapça Kur'an'ın daha iyi anlaşılabilmesi için, genelde o döneme özgü sosyo-kültürel yapının, özelde de vahyin inişine tanıklık eden Arapların pratik yaşam tecrübelerinin ve kendilerine özgü düşünce tarzlarının bilinmesi son derece önemlidir. Çünkü Kur'an, bütün yönleriyle yedinci yüzyılın Arabistan coğrafyasındaki bir kabileye, yani Kureyş'e ait kültürü yansıtan bir dili kullanmakta ve gerek şehâdet gerekse gayb âlemine dair anlatmak istediklerinin tümünü bu dilin sınırlı imkanları ile ifadelendirmeye çalışmaktadır.
Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Ehl-i kitap arasında Allah'ın övgüsüne mazhar olmuş kimseler bulunduğuna göre, aynı insanların mevcudiyetinden bugün de söz etmek neden mümkün olmasın? Keza, küfrü gerektiren teslis inancından uzak duran Hıristiyan veya muvahhid Yahudiler, niçin dün olduğu gibi bugün de var olmasın?
...son derece sıcak çöl ortamında yaşayan bir insan için, çeşitli cennet modelleri arasında, içinden ırmaklar akan ve yemyeşil bitki örtüsüne sahip olan bir cennetin tercihe şayan olduğunda kuşku yoktur.